30 Aralık 2010 Perşembe

Marka için sadece reklam yetmez

Samsung marka kablosuz telefonlar hakkında şikâyetler artınca, 50 milyon dolar değerindeki bütün telefonlar fabrika avlusuna döküldü. Sonra, başlarına “Önce Kalite” yazılı bandanalar giyen işçiler, telefonları parçaladılar ve yaktılar. Şok edici bir andı, ama unutulmaz ve vurucu bir mesajı içeriyordu.

Biliyorsunuz yurdum marka uzmanları cenneti. Size sürekli olarak marka olmanın erdemlerinden söz eden, marka olmazsanız para kazanamayacağınızı söyleyen uzmanlar ülkesi. Marka olmayı da sadece ve sadece bir reklam-pazarlama etkinliğinden ibaret görürler. Bu konuda en yüksek ses reklam şirketleri ve gazetelerden çıkar, çünkü sizin marka olmanız demek onların para kazanması demektir (dikkat edin sizin değil). Meselenin varmış olduğu nokta bir “al gülüm ver gülüm” noktasıdır, o nedenle de kimse arının kovanına çomak sokmak istemez ve mümkün olan daha fazla marka sevdalısını daha fazla nasıl üterim sorusu onları asıl ilgilendiren soru haline gelir. Bunun yolu da bellidir: Reklam vereceksin abicim. Reklam olmadan olmaz. Özellikle krizde daha çok reklam vereceksin (ki batışın hızlansın).

SADECE REKLAMLA BU İŞ OLMAZ
Bir markayı sadece reklamla canlandıramazsınız. Bunun yanında eski imajını tamamen öldürmeden radikal yenilikleri kovalamakla başarı elde edilir. İşte Samsung’un CEO’su Yun da bunu yaptı...

Peki, markam gücünü yitirmeye başlarsa ne yapacağım? Ne yapacaksın, elbette reklam vereceksin. Öyle ya, sen reklam vermezsen bu kardeşlerim nasıl para kazanacak? “Ama reklam veriyoruz veriyoruz da bir türlü istediğimiz sonucu alamıyoruz?” “O zaman daha fazla reklam vereceksin.” Bunlar güzel yurdumun akıl veren kişi ve kurumlarının neredeyse her gün önümüze temcit pilavı gibi sürdüğü şeyler. Bunların sözümona özel uzmanları falan da var, arada bunları bilirkişi olarak konuşturuyorlar ki işin tezgah kısmı anlaşılmasın. Ama ortada çok ciddi bir gerçek var. Markaların gücü günümüzde büyük bir tehdit altında. Hiçbir ticari marka bundan örneğin 20 yıl önce olduğu kadar rahat değil. Tüm markalar son 10-15 yıldır inanılmaz büyük bir hızla değer kaybediyorlar. Dün markası güçlü olduğu için satış yapabilen bir firma bugün aynı markayla sinek avlayabiliyor. Eğer markalı bir iş yapıyorsanız sorun birebir sizin için de aynı. “Markanızın gücünü nasıl koruyacaksınız ve eğer markanız gücünü, yani piyasa değerini yitirmeye başladıysa bunu bertaraf etmek için ne yapacaksınız?” İşte size birkaç haftadır “stratejik risk” diye anlattığım, bugünün en ciddi piyasa risklerinden bir diğeri de bu: Marka riski. Yani markanızın değerini hızla yitirmeye başlaması riski. Bu durumla karşı karşıya kaldığınızda ne yapacağınızı bilmek sizin için hayati öneme sahip. Bugün bu riski nasıl yönetebileceğinizi anlatacağım. Ama şunu daha en baştan bilin ki daha fazla reklam vererek kesinlikle değil.

Damdan düşenin halini, damdan düşen anlar
Bu konuyu da dilerseniz geçen hafta olduğu gibi çarpıcı bir hikâye ile anlatayım. Koreli Samsung markası, marka riski ve sağduyulu yönetimin bu riskin nasıl azaltılabileceğinin ve marka yatırım yöntemini değiştirerek riski tersine çevirmenin klasik bir örneğini oluşturur. Yıl 1997. Koreli elekt-ronik devi Samsung tüketicilerin zihninde ucuz televizyonlar, ucuz mikrodalga fırınlar ve ucuz video kaset oynatıcılarla ilişkilendirilen bir marka. Samsung “ucuz” anlamına geliyor. O yıllarda şirketin CEO’su olarak atanmış olan kişi Jong-Yong Yun. Yun, 1997’de Asya finansal krizinin Samsung üzerindeki etkilerini incelerken riskin çok büyük olduğunu görüyor. Samsung emtialaşma ve güçlü perakendeciler sebebiyle hızla çöküşe doğru gidiyordu. Ürünleri tamamen emtialaşmış ve diğer onlarca şirketçe yapılanlarla benzer. Dahası, marka zaten ucuz ürünleriyle tanınıyor. Yüksek fiyatlar beklemenin bir mantığı yok.
Bu ortamda Yun şöyle düşünmeye başlıyor: “Eğer ucuz ürünler satmaya devam edersek şirket imajımız çok daha zarar görecek; önümüzdeki 5 ila 10 yıl içinde geleceğimiz kesinlikle marka değerimize bağlı olacak.” Yun yenilik (innovasyon) ve pazara hızlı ulaşımın tüketici elektroniği sektöründe marka değeri yaratan en önemli olgular olduğunu görüyor ki biliyorsunuz bu pazarda yeni ürünlerin değeri sadece aylarla ölçülür. Bu özelliklerin Samsung’un markasının mutlaka bir parçası olması gerekiyordu. Müşterileri sadece akıllı reklam kampanyalarıyla ikna etmek pek mümkün görünmüyordu. Samsung’un iş modelinin de değişmesi lazımdı.

İŞİN BAŞI YENİLİK
Yun’un liderliğinde şirket Ar-Ge’ye müthiş para dökmeye başladı. Samsung, rakipleri Panasonic ve Sony’den daha hızlı biçimde yeni cep telefonları, televizyonlar, müzik çalarlar üretmeye başladı. Bunun doğrudan sonucu olarak Samsung teknolojide takipçi değil lider olmayı başardı. Örneğin devlete bağlı bir araştırma enstitüsü yardımıyla normal cep sistemlerinden 8 kat hızlı ve de daha ucuz olan kablosuz teknoloji WiBro’yu üretti. 2006 sonunda Kore WiBro’yu standart olarak kabul eden ilk ülke konumundaydı.
Samsung, mühendisler ve tasarımcılar arasındaki güç dengesini tasarımcılar lehine değiştirmek için de ilk adımları o yıllarda attı. Pasadena’daki (Kaliforniya) Art Center College of Design’da (Tasarım Üniversitesi) Samsung tasarımcıları, pazarlamacıları ve mühendisleri en son dizayn teknolojileri konusunda eğitim almaya başladılar. Şirket, her önemli pazarda dizayn merkezleri açarak yerel müşteri eğilimlerini yakından takip etmeyi denedi. Örneğin Samsung Seul, San Francisco, Londra, Tokyo, Los Angeles ve Çin’de cep telefonu tasarımı yapacak stüdyolar açtı.
Şirket aynı zamanda çalışanlarına ve dışarıdaki yatırımcılarına ürün kalitesine bağlılığını anlatacak adımlar atmaya devam etti. Mesela Samsung marka kablosuz telefonlar hakkında şikâyetler artınca, 50 milyon dolar değerindeki bütün telefonlar fabrika avlusuna döküldü. Sonra, başlarına “Önce Kalite” yazılı bandanalar giyen işçiler, telefonları parçaladılar ve yaktılar. Bir tanığa göre “İş daha bitmeden çalışanlar ağlamaya başlamışlardı.” Şok edici bir andı, ama unutulmaz ve vurucu bir mesajı içeriyordu.


İş modelini de yenilemek şart
Samsung’un CEO’su Yun’un kaliteye bağlılığı, Ar-Ge’ye ısrarlı yatırımları ve ileri bakan tasarım programları Samsung markasının ayakta kalma şansını hızla arttırmaya başladı. Bu değişimleri gerçekleştirmek yeterince zorken, Yun bir de iş modeline el atmaya karar verdi. Bu konuda bayağı can yakan kararlar alındı. Samsung’daki yön değişikliği önceden öngörülemeyen maliyetler yaratmıştı. Örneğin Yun, yüksek kaliteli ürünlere yöneleceğini açıkladıktan sonra şirket eski ve “ucuz” televizyonları artık üretmeyeceğini açıkladı. Eski televizyonları, yeni ve pahalı dijital modeller çıkmadan Avrupa pazarından çekti! “Te-levizyonlar Samsung’un yüzüdür” diyordu Yun. Aylarca gelebilecek kolay gelirleri göz ardı eden bu yaklaşım, içeride ve dışarıda güçlü sinyaller verdi. Yun, yeni bir imaj yaratmada bu hamlenin önemli olduğuna inanıyordu ve uzun vadede çok daha fazla kâr getireceğini biliyordu.
İş modelini değiştirme konusunda belki de en çetin karar 2000’de verildi. Yun, yaratmakta olduğu markanın Wal-Mart mağazalarında satılmasının yanlış olduğunu düşünüyordu. Ve Samsung, ürünlerini dünyanın en güçlü perakendecisi olan Wal-Mart’tan çekti. Buna karşılık ağırlığı Best Buy gibi mağazalara verdi. Samsung, iş modelini riskten korumak için de birçok hamle yaptı. Fabrika esnekliğine, yani aynı yerde birçok farklı ürünün üretilmesine odaklandı. Teknolojide geri kalmanın önüne geçilebilmek için en ciddi rakibi olan Sony ile geniş kapsamlı bir teknoloji paylaşma anlaşması yapıldı. Öte yandan ürün geliştirme çabalarının yerini bulup bulmadığını anlamak için durmaksızın piyasa testleri gerçekleştirildi.


Marka riski altın üçgen ile yönetilir
Bu sayfada tekrar tekrar vurguluyorum: Bugünün dünyasında marka yönetimi, altın üçgen olarak tanımladığımız üç ayaklı sistematik bir yönetimi gerekli kılıyor. Üç ayaklı ve ayaklardan üçü de bir arada. Öyle sadece reklamı arttırmakla ne marka yönetilebilir ne de marka riski.
Samsung’un marka riskini başarıyla yönetmesi öyküsü de esasen altın üçgenin üç unsurunu birden ele alıp bunlar hakkında çok akıllı stratejiler geliştirmesinin öyküsü. İşte, şirkette hedefe yönelik ve saldırgan marka mesajı çabaları -Altın Üçgen’in üçüncü ve son unsuru- marka ve iş modeli hamlelerine yön verdi. Samsung markalaşma ve pazarlama bütçesini yılda 3 milyar dolara çıkardı. New Line Cinema ile iki yıllık ürün yerleştirme anlaşması imzaladı ve Olimpiyat Oyunları’nın ortağı oldu. Samsung ürünleri Matrix serisi filmlerinde göründü ve Vogue, Style.com gibi elit moda mecralarında yer aldı. Yalnız dikkat edin, bu marka mesajı çabaları ürün ve iş modelindeki değişimler olmasa yeteri kadar etkili olamayacaktı. Bugün yeni marka imajı, yeni ürünler ve farklı iş modeliyle Samsung, Sony’nin tüketici elektroniği pazarındaki liderliğini zorluyor. Bu çabalar sayesinde 2000’den 2004’e Samsung’un satışları iki katına, 27 milyar dolardan 55 milyara çıktı. Bugün Samsung dünyanın ABD dışındaki en değerli teknoloji şirketi.
Marka değeri de aynı çıkışı yaşadı ve Samsung en büyük rakibine fark attı. Bugün Sony markasının değeri 11.4 milyar dolarken, Samsung’un marka değeri 19.5 milyar dolar. (Kaynak: Interbrand 2010) Dünün ‘ucuz’ diye bilinen markası Samsung, bugün dünyanın en değerli 20 markasından biri. Dahası Samsung artık bir zamanlar Sony tarafından sahip olunan yüksek fiyata da sahip durumda. Bu nasıl başarıldı? Marka masalı anlatarak değil. Alın teriyle, bilimsellikle ve meseleye reklam değil “altın üçgen” felsefesiyle yaklaşmak suretiyle.


Olmayacak yeni marka imajlarından kaçının!
Samsung, bu süreçte yapılacak şu en hayati hatayı da yapmamak suretiyle marka riskini çok başarılı bir şekilde yönetti: Markanı, mevcut algısından çok ama çok farklı bir şekilde yeniden konumlamak. Şirket, 1990’lı yıllarda piyasada kendi markası hakkında var olan mevcut algıları baz alıp, bu algıların üstüne yepyeni ve çok daha güçlü bir marka imajı inşa etti. Bunu yaparken de tamamen ve tamamen altın üçgeni temel olarak kabul etti.
Yun’un marka makyajına başladığı 1997’de Samsung dünyanın en büyük elektronik şirketlerinden biriydi ve üzerine ekleme yapılacak olumlu özellikler taşıyordu. Evet, Samsung ‘ucuz’ demekti. Ama aynı zamanda ‘erişilebilir’, ‘güvenilir’, ‘kanıtlanmış teknoloji’ de demekti. Bir müşteri basit ama sağlam bir Samsung televizyon, VCR veya pilav pişiricisi aldığında bu olumlu özellikler güçleniyordu. Samsung’un bilinir imajını tamamen terk etmesi komik ve hayli riskli olurdu- örneğin, kendisini pahalı, aşırı sofistike, kişiselleştirilmiş bir marka haline getirmeye çalışması gibi. Bunun yerine Yun ve ekibi bilinen olumlu özelliklerin üzerine yenilerini ekledi. Bunlar mevcuda ters düşen değil, yeni özelliklerdi. Samsung ürünleri hâlâ erişilebilir ve güvenilir. Ama artık aynı zamanda zekice tasarlanmış, çok amaçlı, tarz sahibi ve son teknolojiyle üretiliyor- eskisi gibi ucuz haliyle değil.
Prof.Dr.Arman Kırım - Türkiye Gazetesi

28 Aralık 2010 Salı

Türkiyenin en eski 10 markası

Ülkemizin en eski 10 markasını resimde bulabilirsiniz.. 1923'de ülkemizin yenıden doğuşunda kurulan 3 şirket var. O heyecanla silkinmişiz resmen :))

27 Aralık 2010 Pazartesi

Marka patent Başvuruları Arttı..

WIPO tarafından yayınlanan "2006 Patent Raporu"nda, 1995 ve 2004 yılları arasında ulusal ve uluslararası düzeyde kayıtlara alınan patent başvuru sayısının 884 Bin'den 1.6 Milyon'a yükseldiği belirtildi.
WIPO Genel Müdür Yardımcısı Francis Gurry yaptığı açıklamada, sözkonusu verilerin, global ekonomideki büyüme ve uluslararası ekonomik dengelerin değişimininin bir ifadesi olduğunu kaydetti.

Raporda, patent başvurularının yüzde 75'inin her yıl olduğu gibi ABD, Japonya ve Avrupa patent ofislerinde yoğunlaştığı ancak son yıllarda bu bölgelere Güney Kore ve Çin'in de eklendiği bildirildi.

Gurry gazetecilere yaptığı açıklamada, "Güney Kore'de ikamet edenlerin aldığı patent sayısı son 10 yılda yüzde 268 arttı. Bu rakam Çin'de ise yüzde 488 oldu. Dünya ortalaması ise yüzde 42" dedi.

Gurry ayrıca, ABD ve Avrupa'nın yanı sıra, özellikle Brezilya, Çin, Hindistan, Güney Kore ve Meksika gibi yükselen piyasalarda ikamet etmeyen yabancılar tarafından yapılan başvurusu sayısının ise yıllık yüzde 7.4 artış gösterdiğini söyledi.

Bazı ülkelerde, yabancılar tarafından alınan patent sayısının, o ülke vatandaşlarının aldığı patent sayısından daha hızlı arttığı ifade eden Gurry, bunun globalleşmenin bir ölçüsü olduğunu vurguladı.

Öte yandan raporda, yurtdışında patent haklarının en çok Japon, ABD ve Alman firmaları veya vatandaşları tarafından korunduğu ifade edildi.

Antep Baklavası Hikayesi


Uzun Çarşı 14 Numara. Bugün artık bir efsaneye dönüşen, Gaziantep’in en eski lezzet mekanı İmam Çağdaş’ ın 116 yıllık öyküsünün adresi. Bu adreste aynı zamanda ‘iyi baklavanın sırrı’ da yöresel bir hikayeyle anlatılıyor.
İmam Çağdaş’ın tarihi 1887 yılına uzanır. Halep’ten gelen Hacı Hüseyin Efendi (Çağdaş) kentin 34. esnafı olarak Maarif’ te bir dükkan açar. Daha sonra Gaziantep Kalesi’nin yerleşim alanı olarak ihtiyaca cevap vermemesi üzerine çevrede birçok han yapılır ve kentin ilk çarşısı olan Uzun Çarşı kentin merkezi olur. Hacı Hüseyin Efendi de 1898 yılında Uzun Çarşı’ ya taşınır.

Hacı Hüseyin Efendi’den sonra işi devralan ve müesseseye ismini veren İmam Usta, vefat ettiği 1964 yılına kadar lezzet merkezi olma geleneğini sürdürür. İmam Usta’ dan sonra da oğlu Talat Çağdaş bayrağı devralır. Bugün 116 yıllık aile şirketini, babası İmam Usta’ nın titizliği ile Talat Çağdaş ve oğlu Burhan Çağdaş birlikte yaşatıyor.
İşe yeni başlamış gibi taze bir heyecan ve lezzet üretmenin mutluluğu ile öğleye kadar önlüklerini giyip baklavaya şerbet veriyor, sonra da müşterileriyle yakından ilgileniyor, sohbet ediyorlar.
İyi Baklavanın Sesi
İmam Usta'nın torunu ve aile şirketinin bugünkü yöneticisi Burhan Çağdaş 'iyi baklavanın sesi'ni yöresel bir hikayeyle birlikte şöyle anlatıyor:
İki rakip baklavacı birbirlerine dünür olmaya karar verir. Oğlan evi toplanıp kızı istemeye gittiğinde, tabii baklava ikram edilir. Yenilip içilir ve oğlanın babası eve dönerken çocuklarına sorar: “Baklavanın bir kusuru vardı. Bilene bir altın vereceğim.”
Çocuklar hemen atılır.
· Baklavanın kıvamı gevşekti; 'Cık',
· Hamuru sertti; 'Cık',
· İyi pişmemişti; 'Cık',
· Kaymağı fazlaydı; 'Cık'...
Çocuklar sonunda pes eder. “Peki hatası neydi? Sen söyle” derler.
Baba da açıklar:”Baklavayı ağzınıza alıp ısırdığınız an 'hırş' sesi duyulur. Onların baklavasını ısırdığında ‘cılk’ diye ses çıkıyordu...”

Collezione Marka Hayatı


İlkokul birinci sınıfta, Express gazetesi satarken sevimli bir fotoğrafını bastılar gazeteye. Altına da, "İlerde ne olur belli olmaz, belki ülkeyi yönetir, belki de başımıza bela olur" yazdılar. İkisi de olmadı. Büyük bir hazır giyim şirketi yarattı. Başımıza bela değil, başarı örneği oldu.
Collezione son yılların parlayan, istikrarlı markası. Özellikle üniversite gençliğini hedef alan ve çok uygun fiyatlarıyla dikkat çeken marka, 75 mağazaya ulaştı. Önümüzdeki bir buçuk yıl içinde mağaza sayısını 150'ye çıkaracağını söyleyen, Collezione'nin sahibi Ekrem Akyiğit, çok renkli bir kişilik. Çok çalışıyor, markası sektörde hızla gelişiyor ve mütevaziliği elden bırakmıyor. İşte kendi cümleleri ile Akyiğit ve Collezione:
"13 yaşımda babamı kaybedince evin erkeği ben oldum, gazete sattım. Anneme dedim ki,"bana 10 TL ver, sana 12 TL getireyim öğleden sonra". O zaman annem de bize inandı, 10 TL verdi. Biz gidip hakikaten öğleden sonra 12 TL anneme verdik. 3 TL da bize kaldı. Bu benim ilk sermayemdi, sermayenin nasıl büyüdüğünü böyle gördük."
"Bizim hedefimiz yurtdışı pazarlar. Yani global pazara girmek istiyoruz. Diğer büyüklerimiz yurtdışı pazarlara gidiyor, onların oturmuş sistemleri var. Altyapıları çok kuvvetli, ekonomik durumları çok kuvvetli, onlar çok rahat gideceğim diyor ve gidiyor. Ben gittiğimde orada benim rakibim H&M olmalı yurtdışında. Ben büyüyünce E&A olacağım. Yani o H&M ise ben E&A olacağım. Bilinçli bir müşteri kitlemiz var, özellikle üniversite gençliği bizi tercih ediyor. Ben ve takımım bu pazarda insanların cüzdanından kaç para alabiliriz, bir aylık maaşından daha fazla nasıl harcama yaptırabiliriz diye düşünmüyoruz. Onları güzel hissettiren ürünleri en uygun fiyata sunuyoruz. "

Ünlü markaların taklitleri


Dünyaca ünlü bir marka olmanın size getirdiği zorluklardan biride markanızın taklit edilerek pazar payınızdan faydanılmak istenilmesidir.
KFC markası dünyaca ünlü kızarmıs tavuk markası.. Uyanığın biri harflerle oynayarak kısa yoldan bir marka olusturmus..

işte resmi:

Şehiri simleriyle marka yapmak

Şehir isimlerinin başharflerıyle oluşmuş bir marka daha, oldukca tanıdık bir marka .. buyrun..

Adana-Kayseri Bankasi. Sakip Sabanci'nin geçmisi Babasi Haci
Sabanci'nin memleketi Kayseri'ye uzaniyor. Aslen Kayserili olmakla
birlikte is dünyasindaki devlesmeleri Adana'da gerçeklesti. Sabanci
ailesi 1959 yilinda Adana ve Kayseri'nin bas harflerini birlestirerek Akbank'i kurdular.

Baş harfler birleşir marka olur..

İsimlerin baş harfiyle oluşan bir başka marka daha.. kvk markası da isimlerin baş harflerıyle oluşturulmuş bir marka..

1993 yilinda kurulan K. V. K. Mobil Telefon Sistemleri Ticaret
AS, Türkiye'nin en büyük cep telefonu distribütörü. Kuruculari olan
Mehmet Emin Karamehmet, Murat Vargi ve Osman Kavala'nin soyadlarinin bas harfi biraraya getirilerek olusturulmus bir isim.

Enka markası nasıl olusmuştur..?

Enka markasının olusma seklı ılgımı cekti, buyrun paylaşayım..

Eniste ve kayinbirader unvanlarinin ilk heceleri
birlestirilerek olusturuldu. Eniste Sarik Tara, kayinbirader de Sadi Gülçelik. Bu ikili 1957'de ENKA Kollektif Sirketi'ni kurarak müteahhitlik
faaliyetlerine basliyor.

Sony markası nereden geliyor

ismi uzun bir Çalismanin ardindan konulmustur. Ürün global
ölçekte tasarlandigi için bütün dünya dillerinde çok rahat söylenen bir
kelime aranmis ve Japonca'da günes anlamina gelen Sony kelimesinde karar kilinmistir.

Beymen marka hikayesi

Boyner Grubu'na ait olan bu markanin isminin geçmisi de
ilginç: Erkek giyimi üzerine bir üretim ve magazacilik yapma karari
verildiginde konu ile ilgili toplantiya katilanlarin hepsi erkek yani 'bey' imis.
Hem de marka o dönemde sadece erkekleri düsünerek konumlandiriliyor. Bir de global bir hüviyet kazandirmak için Ingilizce adam anlamina gelen
'men' kelimesi ile birlestirilerek Beymen markasi ortaya çikiyor.

16 Aralık 2010 Perşembe

Migros'tan İnovatif bir Açılım


Mobil market uygulaması ile heryerde alışveriş imkanı
Migros, tüketicinin evinden veya bulunduğu herhangi bir yerden barkod okutarak Migros’a sipariş vermesini sağlayan ‘mobil market’ uygulamasını faaliyete soktu.

Migros Grubu, jet kasa, iyi tarım uygulamaları, çevreci kiosk, taze gıda sevkiyatı gibi uygulamalarının ardından ‘kolay vezne’ ve ‘mobil market’ sistemlerini geliştirdi.

Kolay vezne uygulamasıyla müşteriler tüm fatura ödemelerini Migros mağazalarında gerçekleştirebilecek. Türkiye’nin ilk sanal market uygulamasını başlatan Migros Grubu, şimdi de bu altyapı ile tüketicinin evinden veya bulunduğu her yerden barkod okutarak Migros’a sipariş vermesini sağlayacak ‘mobil market’ uygulamasını hayata geçirdi.
Migros Genel Müdürü Özgür Tort, Türkiye’nin iPhone üzerindeki ilk mobil market uygulamasını Turkcell işbirliği ile geliştirdiklerini söyledi. Tort, uygulamayla tüketicilerin artık istedikleri ürünün kutusundaki barkodu kasalarda olduğu gibi iPhone markalı cep telefonlarının kamerasına okutabileceklerini ve alışveriş sepetlerini istedikleri şekilde, istedikleri yerden doldurabileceklerini belirten Tort, şu bilgileri verdi:
“Artık sipariş veren buzdolabı bir anlamda Migros’ta başlamış oldu. Düşünün ki evdesiniz, markete gidecek vaktiniz yok, ürünlerin eve getirilmesini istiyorsunuz. Mobil market, barkodunu, sokakta, evde, mağazada kısacası her yerde okuttuğunuz ürünleri kolayca sepete ekliyor ve çok hızlı olarak sipariş edebiliyor. Mobil market ile Migros mağazalarındaki tüm ürün kampanyaları aynı fiyat ve avantajlarla cebe taşınacak, Migros böylece müşteriler için cebe kasa açmış oluyor. Türkiye’de ilk defa mekandan bağımsız barkod okutma uygulamasıyla örneğin evdeki süt kutusunun ya da komşu ziyaretinde tadılan kahvenin barkodunu okutmak ve anında sipariş vermek mümkün.”
Tort, daha önce hayata geçirilen mağaza içinde ATM uygulamasının yanı sıra bir yeni hizmeti daha hayata geçirdiklerini, kolay vezne uygulamasıyla dileyen herkesin 153 kuruma ait fatura ödemelerini tüm Migros, Tansaş, Şok, 5M ve Macrocenter mağazalarındaki 7 bin kasadan gerçekleştirebileceğini söyledi.

Sepet ortalaması 27-28 lira
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Tort, bu yıla ilişkin hedeflerini gerçekleştirdiklerini, 2010’da 400’e yakın mağaza açmış olacaklarını belirterek, kuru gıda ürünlerinde önemli bir fiyat düşüşü, negatif enflasyon olduğunu ifade etti.
Migros sanal market müşteri sayısının 100 binlerle ifade edildiğini bildiren Tort, Migros’un sepet ortalamasının 27-28 lira, sanal markette ise bu rakamın üzerinde olduğunu kaydetti.Milliyet

starbucks marka tarihi

Starbucks’ın Tarihçesi:
Starbucks ilk olarak Seattle’ın ve Ülke’nin en eski çiftçi pazarı olan Pike Place Pazarında 1971’de açıldı. Ancak o zamanlarda şirket sadece yerel bir kavrulmuş kahve tesisiydi. 1982’de Howard Schulz şirkete katılana kadar bu iş şirketin temel faaliyeti olmaya devam etti.

Howard Schulz şirketin yeni pazarlama yöneticisi olarak göreve başlar başlamaz yerel kafeleri, üst kesime hitap eden restaurant ve otelleri her geçen gün daha fazla Starbucks kahvesi almaya ikna etmeye başladı. Markanın dönüm noktası ve kahve tarihçesi yazmaya başlaması 1 yıl sonra Schuls’ un İtalya seyahati sırasında oldu. Taze demlenmiş Esspresso ve Cappucino sunan eski İtalyan kafe bar geleneğinden ilham aldı. Starbucks’In kurucularını fikrine bir şans vermeleri konusunda ikna ederek 1985’de Seattle’da ilk kafe barı açtı ve bir İtalyan dokusu olması açısından “'Il Giornale' adını verdi.

Yeni tema iyi sonuç verdi, Il Giornale bir başarı oldu. Ama Schulz’un hedefleri daha da yüksekti. Yerel yatırımcılar buldu ve 1987’de Starbucks’ı satın aldı. Bu da büyümenin yolunu açtı; aynı sene Chicago ve hatta Kanada Vancouver’de yeni kafeler açtı. 17 Starbucks Kafesi kuruldu. 1992’de şirket halka açıldı ve hisseler artık NASDAQ’da (SBUX) işlem görmeye başladı. Bu tarihte Starbucks kafe sayısı yaklaşık 165’e ulaşmıştı.

7 Mart 2001’de Starbucks Eski Dünya’da ilk kafesini İsviçre Zürih’te açtı. Günümüzde şirketin 30’un üstünde ülkede 8.000’den fazla kafesi var. Kahve şirketi adını Herman Melville’in ‘Moby Dick’ romanındaki bir karakterden almaktadır.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Markalar da Özür Diler..


Madem artık markalar konuşabiliyorlar (sosyal medyada konuşanları hatta çemkirenleri bile var), özür de dileyebilirler değil mi? Özür dilediklerinde de küçülmezler, tersine samimiyetlerini pekiştirebilirler bence. Çokça konuşan ve konuşulan bir marka, özür dilerse... Üstelik pek çok markanın bilerek e-maillerine eklemediği bir hareketi unuttuğunu farkettiği için özür dilerse...

Sevdiğim bir markadır Threadless. Ve gönderdiği bir e-posta içeriğine üyelikten çıkma linki koymayı unuttuğunu farketmiş. Hemen hiç zaman kaybetmeden bir e-posta daha gönderiyor ve özür dileyerek, hatasını telafi ediyor. Pek çok marka bunu hata olarak görmediği gibi, hak olarak iddia edebiliyor.


Özür dileyen markanın, samimiyeti ve bir sorun yaşadığında çözüme ulaştırma isteği konusunda, olumlu bir yargıya ulaşılabilir. Ve bu markaların bence en büyük avantajı bu tür küçük ve önemsiz görünen hatalar için özür dileyerek, ilerleyen dönemlerde virallerinin, reklamlarının daha fazla yayılmasına olanak sağlaması. Ne dersiniz?

Kaynak:

Hatırlanan Marka Reklamları

Hangi reklamlar hatırlanıyor?
Tüketiciler üzerinde yaptığı marka araştırmaları ile dikkat çeken uluslararası pazar araştırma şirketi Millward Brown bu defa ünlü isimlerin yer aldığı reklamları ve markaları mercek altına aldı. Millward Brown Türkiye son yıllarda reklamlarda ünlü isimlerin kullanılması ve bu durumun her geçen gün daha da popülerlik kazanmasından yola çıkarak ünlü isimlerin yer aldığı reklamların tüketici üzerindeki etkinliğini belirleyen bir araştırma gerçekleştirdi.

Türkiye genelinde 15-55 yaş aralığında türkiye temsili 2000 kişi ile yüzyüze gerçekleştirilen "Markalar ve Ünlüler" araştırması sonucunda marka tanınması ve reklam bilinirliği anlamında telekomünikasyon sektörü markalarının ilk sıralarda yer aldığı görüldü. Gerçekleştirilen görüşmelerde, katılımcıların seçilen 34 değişik marka ve reklamlarıyla ilgili düşünceleri alındığında en fazla tanınan ve reklamı bilinen ilk 5 markanın sırasıyla; Vodafone, Turkcell, Avea, Coca Cola ve Türk Telekom olduğu belirlendi.

EN ÇOK TÜRK TELEKOM, VADOFONE VE KAŞMİR'İN ÜNLÜLERİ BİLİNİYOR

Bilinirliliğinin yanı sıra katılımcıların hiçbir yardım almadan reklamlarındaki ünlüyü bildikleri markaların başında Türk Telekom yer aldı. Tüketicilere markanın reklamları ile ilgili fikirleri sorulduğunda ‘markayı ve reklamını biliyoruz, reklamlarında Cem Yılmaz oynuyor' diyenlerin sayısı yüzde 44 oldu. Yardımsız ünlü bilinirliğinde ikinci sırayı Şafak Sezer'in oynadığı Vodafone reklamı ve Sibel Can'ın yer aldığı Kaşmir Halı paylaştı. Her iki markanın da reklamlarında oynayan isimleri yardımsız olarak bilenlerin oranı ise yüzde 36 olarak belirlendi. Marka büyüklüğü ve yapılan yatırımlar göz önünde bulundurulduğunda Kaşmir Halı'nın yüzde 93'lük marka, %76'lık reklam ve %36'lık ünlü bilinirliği ile büyük bir başarı yakaladığı da görüldü. Akbank reklamları Özgü Namal ile, Deniz Bank reklamları ise Beyazıt Öztürk ile yardımsız olarak her 10 kişiden 3'ü tarafından eşleştirilebildi.

Araştırmanın genel nüfusu temsil eden bir grup ile yapıldığını belirten Millward Brown Genel Müdürü Betül Khan, her markanın bilinirliğini ve reklamlarını kendi hedef kitlesi üzerinden incelemek gerektiğine dikkat çekti. Bu araştırmanın, kişilerin markalar ve reklamlarda oynayan ünlülerle ilgili genel bilgi ve ilgi düzeyini ortaya sermek açısından anlamlı olduğunu belirten Khan, markaların reklamlarında oynayacak ünlüyü seçerken marka ve iletişimin içeriğine en uygun ünlünün araştırmalarla saptanmasının yatırımın geri dönüşünü artıracağını ifade etti.

*Markalar ve Ünlüler araştırması verilerinin toplanması 1- 27 Haziran 2010 tarihleri arasında gerçekleştirildi:

YAŞ: 15-18(%20); 19-30 (%30); 31-40 (%25); 41-55 (%25)
CİNSİYET: Kadın (%50); Erkek (%50),
SES: AB (%19), C1 (31%) , C2 (29%), D (21%),

Şehirli Türkiye nüfusunu temsilen; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Gaziantep, Antalya, Samsun ve Erzurum illerinde,

Connected CAPI yöntemi ile yapıldı. (Bilgisayar destekli yüzyüze anketlerin, internete bağlı laptoplar vasıtasıyla Millward Brown'ın serverlarına anında bilgi kaydederek veri toplanması yöntemidir. CAPI Connected metodolojisinde, anket internete bağlı dizüstü bilgisayarla yapılır.)

10 Aralık 2010 Cuma

Wikileaks için marka basvurusu

WikiLeaks'in dünya kamuoyundaki popülaritesi, Türk girişimcilerin dikkatinden de kaçmadı. WikiLeaks'in ticari marka olarak kullanılması için Türk Patent Enstitüsü'ne dört ayrı başvuru yapıldı.

Başvurular, WikiLeaks'in Türkiye'nin de aralarında bulunduğu ülkelerle ilgili iddialarını yayımlamaya başladığı 29 Kasım tarihinde başladı. Süleyman ve Fatih Kaya isimli girişimcilerin yaptığı ilk başvuruda markanın kullanılacağı alanlar, çorap, iç-dış giysileri, ayak ve baş giysileri, reklamcılık, büro ve ekspertiz hizmetleri olarak belirtildi.

2 Aralık'ta ise enstitüye WikiLeaks markası için iki ayrı başvuru daha yapıldı. Resul Duran ve Mehmet Şen isimli girişimciler, markanın kendi isimleri altında korumaya alınmasını istedi. Son başvuru tarihi ise 7 aralık'ta yapıldı. Başvuru sahibi de Ecevit Nama isimli girişimci.

Başvuruların tümü İstanbul merkezli şirketlerden yapıldı. 2 ve 7 Aralık'taki son başvurularda markanın kullanılacağı alanlar, parfümeri, kozmetik ve temizlik ürünleri, diş fırçası, kuyumculuk, kol düğmesi, radyo-televizyon yayıncılığı, kreş ve hayvan bakımevi olarak gösterildi.

9 Aralık 2010 Perşembe

Marka Oluştururken Büyükleri Örnek Alın


Martin Lindstrom
Martin Lindstrom ve markalaşmak
Kanadalı pazarlama gurusu Martin Lindstrom'a göre büyüme isteyen markalar artık rakipleriyle değil, iPhone ve Blackberry ile rekabet etmek zorunda.

Türk markalarının yöneticilerine pazarlamanın püf noktalarını anlatan Lindstrom, "Mağazalarınıza iPhone ve Blackberry ile giren müşterinin ilgisi dağılıyor. Yapmanız gereken bu dikkati toplayarak müşteriyi alışverişe yönlendirmek olmalı." tavsiyesinde bulundu.

Soysal Danışmalık tarafından düzenlenen 10. Perakende Günleri dün başladı. Forumun bu yılki açılış konuğu 'pazarlama dahisi' olarak kabul edilen 'Buy.ology' kitabının yazarı Martin Lindstrom'du. Yerli ve yabancı pek çok markanın yöneticisine hitap eden Lindstrom, büyümek isteyen firmalara işin püf noktalarını anlattı. Türk markalarının, daha iyilerden ziyade, kendinden daha alt firmaları dikkate aldığını belirten pazarlama gurusu, büyümek isteyen markalara 'en iyileri' örnek almaları tavsiyesinde bulundu. Lindstrom, "Artık kimse kimseyi beklemiyor. Beklemek de istemiyor. Sizin rakipleriniz artık perakendeciler değil, teknoloji devlerinin ürünleri iPhone ve Blackberry. Mağazalarınıza bu ürünlerle giren müşterinin ilgisi dağılıyor. Alışveriş yapmasını engelliyor. Yapmanız gereken bu dikkati toplayarak müşteriyi alışverişe yönlendirmek olmalıdır." dedi.

Türk şirketlerinin ürünlerden ziyade markalara yatırım yapması gerektiğinin altını çizen Martin Lindstrom, patronlara bazı tavsiyelerde de bulundu. Yeni nesil gençlerin sabrı olmadığını ifade eden Kanadalı pazarlama gurusu, işadamlarına, "Herkese her mesajı vermeye çalışmayın. Daha fazla duyu organlarına hitap edin." önerisini yaptı. Türkiye'de perakendecilere "Hep aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz." eleştirisinde bulunan Kanadalı pazarlama uzmanı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Müşteri mağazaya geldiği zaman farklı şeyleri görmek istiyor. Sizler bir ürünleri, bir de etiketleri değiştiriyorsunuz. Tüketiciler mağazalarınıza sadece ürün almak için gitmiyor. Oraya aynı zamanda eğlenmek için de geliyorlar. O zaman farklı temalar belirleyin. Ve alışverişi eğlenceli hale getirin. Yoksa alışverişler internet üzerinden yapılır." Nöro pazarlamanın artık alışverişte önemli bir yer tuttuğunu vurgulayan Martin Lindstrom'a göre halen alışverişlerin yüzde 85'i bilinçsiz yapılıyor. Perakende sektörünün yönünü duyguların yönlendirdiğine dikkat çeken pazarlama dâhisi, yeni dönemde markaların hislere hitap etmesi gerektiğini ifade etti.

kartların yerini cep telefonu alacak

Finansbank Ödeme Sistemleri Genel Müdür Yardımcısı Elçin Yanık ise, perakende sektörü ile kartlı ödeme sistemlerinin farklı iki alan gibi görüldüğünü ancak benzer birçok ortak noktaları olduğunu dile getirdi. Kartlı ödeme sistemlerinin perakende sektörünün beklentilerini karşılamaları konusunda yardımcı bir rol üstlendiğini kaydeden Yanık, yeni dönemde alışverişte teknolojinin ön plana çıkacağını anlattı. Önümüzdeki dönemde cep telefonlarının plastik kartların yerini alacağını öne süren Yanık, "Cep telefonlarını kart gibi kullanacağımız bir döneme gireceğiz. Online alışverişte ciddi bir artış bekliyoruz. e-ticaret 7 milyar TL'ye ulaştı. Bunun daha da artması için internet güvenliğinin üst seviyeye çıkarılması gerekir." açıklamasını yaptı.

Raflarımızda bayat değil, taze ekmek satıyoruz

Perakende Günleri'nde bir sunum yapan Damat, D'S ve Tween markalarının sahibi Orka Group'un Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Orakçıoğlu ise 2001 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından perakende sektörünün kendini yenilemeye başladığını ifade ederek, "Artık raflarımızda soğuk ve bayat ekmek satmıyoruz. Yeni dönemde raflarda sıcak ekmek, hatta cevizli ekmek satıyoruz. Sektör artık çok değişti. Türk markaları dünyada çok tanınır hale geldi. Bunda son dönemde hızlanan alışveriş merkezi yatırımlarının da çok büyük payı var." diye konuştu. Kriz döneminde Türkiye'ye giriş yapan yabancı markaları korku ve ilgiyle izlediklerini itiraf eden Orakçıoğlu, ancak daha sonra Türk markalarının daha güzelini yapmak için bir özgüven bulduğunu anlattı. Orakçıoğlu, önümüzdeki on yıl içerisinde dünyanın, Türk markalarının başarı öykülerini dinlemeye başlayacağını iddia ederek, "Çünkü diğer markaların enerjileri düşüyor. Heyecanları azalıyor." dedi.

Torunlar Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) ise 491 milyon TL yatırımla Türkiye'nin 'en büyük' karma kullanım projelerinden Mall of İstanbul'u hayata geçirecek. Proje, Perakende Günleri sırasında düzenlenen bir basın toplantısı ile tanıtıldı. Toplantıda konuşan Torunlar GYO Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun, İMKB'de işlem görmeye hazırlanan şirketlerinin yatırımlarına hız kesmeden devam ettiğini söyledi. Torun, 'Mall of İstanbul'un, alışveriş merkezi, konut, otel ve ofis bloklarından oluşan konsepti ile Türkiye'nin 'ilk' uluslararası standartlarda dağılım oranlarına sahip karma projesi olacağını kaydetti.
ZAMAN

Markalarımız artık taklit ediliyor


Türk endüstrisinde tasarım kültürünün yaygınlaştırılması ve yenilikçi fikirlerin teşvik edilmesi hedefiyle yola çıkan Design Turkey 2010 Endüstriyel Tasarım Ödülleri sahiplerini buldu.

47 iyi tasarım, 19 üstün tasarım ve 3 de kavramsal tasarım ödülü jüri tarafından başarılı görülen firmalara takdim edildi. Birbirinden ilginç ürünlerin yarıştığı organizasyonda vücuttan kopmuş uzuvlar için acil taşıyıcı, rulo sedye, sıvı sabun ambalajı ve bebekler için yapılmış tasarımlar öne çıktı. İhracatçılardan büyük ilgi gören ödül töreninde konuşan Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı (TİM) Mehmet Büyükekşi, uzun vadede rekabet gücünü artırmak adına marka ve tasarımın önemli olduğunu vurgularken, "Ülke olarak üretim ve ihracatta büyük aşama kat ettik. Artık taklit eden değil taklit edilen ürünlerimiz var ." dedi.

Design Turkey 2010 ile yeni filizlenen tasarımların görücüye çıktığını belirten Büyükekşi, "Kabuğumuzu kırdık. Ülke olarak, toplum olarak köklü bir değişimle karşı karşıyayız. İhracat ve üretim hedeflerimizi giderek büyütüyoruz. Bunun için de endüstriyel tasarımı ileriye taşımamız gerekiyor." ifadelerini kullandı. Dış Ticaret Müsteşarı Ahmet Yakıcı ise Türkiye'nin bölgesinde önemli bir güç haline geldiğini kaydederek, "Üretim ve sanayimiz gayet iyi. Ancak dış ticaret dengesi hâlâ aleyhimize. Bunu lehimize çevirmek için endüstriyel tasarıma odaklanacağız. Türkiye'nin büyümesi için tasarım şart." diye konuştu.
Kaynak:Zaman

1 Aralık 2010 Çarşamba

Bursa, Bursaspor Sayesinde Dünya markası..


Günümüzde markanın prestij, kalite göstergesi ve övünç kaynağı haline geldiğini belirten Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, “Şehrimizin övünç kaynağı olan Bursaspor da marka haline gelmiştir. Bu markalaşmayla hem kendini hem de Bursa'yı dünyaya tanıtacaktır” dedi.


Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, Bursaspor'un marka haline geldiğini belirterek, hem kendini hem de Bursa'yı dünyaya tanıtacağını söyledi.
MÜSİAD Bursa Şubesi tarafından gerçekleştirilen 'Türkiye'de ve Dünyada Markalaşma' programı Kemal Yamankaradeniz'in katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantıda konuşan Yamankaradeniz, Türkiye'de markalaşma sürecinin özellikle son 15 yıldır önem kazandığını belirterek, şunları söyledi: “Bizi farklı yerlere oturtacak olan markalaşmadır. Her firmanın müşterilerine vaat ettiği farklı bir özelliği ve kendisine ait mesajları olmalı. Günümüzde hayatımızın vazgeçilmezi haline gelen marka; prestij, kalite göstergesi ve ülkenin övünç kaynağıdır. Şehrimizin övünç kaynağı olan Bursaspor da marka haline gelmiştir. Bu markalaşmayla hem kendini hem de Bursa'yı dünyaya tanıtacaktır.”

MARKA, YARINI İNŞA ETMEKTİR
Markanın satıcının işini kolaylaştırdığını ifade eden Kemal Yamankaradeniz, üreticinin pazardan yüksek pay almasında ve yüksek fiyatlandırma yapabilmesinde de markanın etkili olduğunu kaydetti. Marka üzerindeki renklerin ve şekillerin insanlar üzerinde etki bırakacak nitelikte olması gerektiğini dile getiren Yamankaradeniz, şöyle devam etti: “Marka isminin tüketiciye anlatacağı bir hikâyesi olmalı. Marka tek bir alanda kullanılmalı ve hangi üründe markalaşmışsa sadece o üründe kullanmaya devam ederek diğer ürünler için yeni markalar oluşturulmalıdır. Tüketici ürünü alırken markasıyla istemesi önemlidir. Marka günü kurtarmak değil, yarını inşa etmektir.”

GÜN GEÇTİKÇE ZORLAŞIYOR
Güçlü markanın yüksek kar anlamına geldiğini belirten Yamankaradeniz, güçlü markaların her halükarda gücünü korumayı başardığını söyleyerek markalaşmada yapılan hataları anlattı. Düzenlenen eğitimde marka tescil sürecini de anlatan Yamanaradeniz, Türkiye'de yaklaşık 500 bin patentli markanın olduğunu ve gün geçtikçe marka bulmanın zorlaştığını kaydetti.

ÜYELERİMİZİ BİLGİLENDİRİYORUZ
MÜSİAD Bursa Şube Başkanı Hasan Çepni ise, düzenledikleri eğitim programlarıyla MÜSİAD üyelerinin değişen ve gelişen dünya ekonomisine ayak uydurabilmesini hedeflediklerini söyledi. Çepni, “Üyelerimizin gerek duydukları bilgilere ulaşmalarını kolaylaştırarak, merak ettikleri ve öğrenmek istediklerini düzenlenen bu eğitim programları aracılığıyla gerçekleştiriyoruz” dedi.

30 Kasım 2010 Salı

Ajans Yorum'a Yeni Logo


Bursa İnegöl'de faaliyet gösteren Ajans Yorum yeni logosunu kullanmaya başladı. İnegöl'de günlük siyasi gazete olan Haber Yorum gazetesi ve Ulusal yayın yapan Kaçkar Tv'nin İnegöl temsilciliğini yürüten Ajans Yorum firmalara kurumsal kimlik çalışmalarınada hız verdi.
Ajans bölümünü gazete biriminden ayırıp Kaptan işhanı 3. Kata taşınan Ajans Yorum yapacağı işlerde yandaki logoyu kullanacak.

26 Kasım 2010 Cuma

Abbate'nin Öyküsü


Abbate’nin öyküsü

Fortune Türkiye, Aralık sayısında “Sıfırdan zirveye çıkan, zirveden sıfıra inen” Abbate’nin öyküsünü işledi. Abbate’nin lisans hakkını 10 yıllığına alan ve fason üretim yaptıran DS Tekstil’in sahibi Zeyrek Oduncu, fabrika kurmayı planlıyor

Fortune Türkiye, Aralık sayısının kapak konusunu ‘Sıfırdan zirveye çıkan, zirveden sıfıra inen Abbate“ başlığıyla Abbate markasına ayırdı.

1990′larda yıllık 7 milyon adet gömlek üretimiyle dünyanın önde gelen üreticilerinden biri olan Ahmet Tayan’ın kurduğu, son olarak Necmettin Erbakan’ın yeğenleri Mahmut Rauf Çataklı, Hüseyin Yavuz Erbakan ve Mehmet Emin Özalp’ın yönettiği Mercek Holding bünyesine geçen Öztay Tekstil, birkaç ay önce iflas etti. 15.7 milyon dolarlık kredi borcu nedeniyle Halk Bankası’na geçen şirketin Bilecik fabrikasına Bisse ve Sinpaş gibi markalar talip oldu.

Abbate’nin lisans hakkını 10 yıllığına alan Zeyrek Oduncu ise markayı küllerinden yeniden yaratmaya çalışıyor. Derginin haberine göre, şu anda fason üretim yaptıran Oduncu, Ocak ayında aylık 50 bin gömlek üretim kapasitesine sahip olacak bir fabrika kurmak için kolları sıvadı.

Konsept mağaza olacak

Tekstil mühendisi olan ve Öztay Tekstil’de çalışan üniversite arkadaşının ön ayak olmasıyla Abbate’nin üretimine talip olan Oduncu, ”Bunca hikayeye rağmen bayiler markaya karşı bağlılık içerisinde. Olumsuz birçok olaya karşı gerçekten aşırı sempati var. Markanın pazardaki konumunu gördükten sonra bütün sıkıntılara rağmen yeniden kısa sürede canlandırılabileceğini gördüm. Burada bir değer var, bu değerin canlandırılması beni çok ilgilendiriyor. Ben kendimi yolun başında gördüğüm için 5-10 yıl sonra ‘Bu çocuk da bu işi başardı, helal olsun’ denmesi benim için en büyük başarı” diyor.

Zeyrek Oduncu, 6 ay önce Korbel Tekstil’e fason üretimle işe koyuldu. Şu anda 20 civarında bayiye ulaştığını anlatan Oduncu, aylık 50 bin adet gömlek üretimi yapacak, 100-150 kişinin çalışacağı bir üretim tesisi kurmak için çalıştığını vurguluyor.

İlk etapta 45 bayiye ulaşmayı planladıklarını de belirten ve ”Hedefimiz yavaş ama sağlam adımlarla büyümek“ diyen Oduncu, daha sonra bayi sayısını 60′a çıkaracaklarını ve konsept mağazalar açacaklarını da Fortune Türkiye’ye anlattı

23 Kasım 2010 Salı

Twitter kurucusu Jack Dorsey 4 milyar dolara “hayır” dedi


Facebook’un en ciddi alternatifi olan ve en az onun kadar bağımlılık yapan twitter, dev otomotiv ve ağır sanayi şirketlerini geride bırakacak bir değere sadece 5 yıl içinde ulaştı.

Bunun en büyük kanıtı Amerikan Business Insider dergisinde yayınlanan bir haber. Dergi, Twitter‘ı 2006′da hayata geçiren Jack Dorsey‘nin, Google‘ın satın alma tekliflerine iki kez “hayır” dediğini ortaya çıkardı. Habere göre Google, bu yılın başında Dorsey’e “2.5 milyar dolara twitter’ı almaya hazırız” teklifi yaptı. Aldıkları cevap ise Google yöneticilerini şoke etti. Dorsey, Google’a, “Bu teklifi hakaret sayarım. Böyle küçük bir bedele twitter’ı alabileceğinizi mi sanıyorsunuz?” dedi.

Vatan gazetesinde yer alan habere göre, hedef 1.5 milyar dolar ciro. Ancak twitter‘ı en büyük rakibi Microsoft‘a kaptırmak istemeyen Google‘ın pes etmeye niyeti yoktu. Şirket içindeki uzun görüşmeler sonrasında bir kez daha teklif vermeye karar verdiler. 3 ay önce yeniden Dorsey’den randevu istediler. Bu kez önerdikleri rakam tam 4 milyar dolardı. Ancak Dorsey bir kez daha “hayır” dedi.

Kafasındaki rakamı açıklamayı ise reddetti. Dergi, Facebook‘un da emekleme döneminde 11 farklı şirketten o zaman için astronomik olarak nitelendirilen teklifler aldığını, ancak bunları reddeden Mark Zuckerberg‘in şimdi 41 milyar dolarlık (Bloomberg tahmini) şirketin tepesinde olduğunu hatırlattı. Twitter’ın internete sızan ekonomik beklenti raporuna göre henüz nasıl para kazanacağını bile bilmeyen şirket, 2013 yılında 1.54 milyar dolar yıllık ciro hedefliyor.

Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey kimdir?

14′ünde yazdığı program hâlâ taksilerde kullanılıyor Amerika’nın Missouri eyaletinde 1976 yılında doğan Jack Dorsey, çok küçük yaşlarından itibaren bilgisayar tutkunu oldu. Program yazabilecek kapasiteye ulaştığında arkadaşları ortaokul seviyesindeydi. 14 yaşında yazdığı programla ilk parasını kazandı. (Bu program bugün halen bazı Amerikan taksi şirketlerinin organizasyon programı olarak kullanılıyor.) 2000 yılında New York Üniversitesi’nden mezun olmasının ardından San Francisco’ya giderek ilk web şirketini kurdu. Şirket, taksi, ambulans ve kuryelerin internet üzerinden eve çağrılabilmesi için yazılım geliştiriyordu. Ama yıllardır kafasında internet üzerinden anlık mesajlaşma sağlayan ancak o an piyasada olan AOL benzeri mesajlaşma programlarından farklı bir site oluşturmak vardı. 2005 yılında defterine bununla ilgili sık sık çizimler ve karalamalar yazıyordu. Bunları en yakın arkadaşlarından Biz Stone ile paylaşmaya karar verdi. İkili twittr adını verdikleri prototipi 15 gün içinde hayata geçirdi. Google’dan ayrılarak kendi şirketini kuran, böylece dünyanın en büyük şirketlerinden birine ortak olma fırsatını tepen Ewan Williams bu kez hata yapmadı. Projeyi çok beğendi ve kendi cebinden finanse etmeye karar verdi.

Böylece twitter çılgınlığının 3 silahşörü bir araya gelmiş oluyordu. Zaman içinde resim paylaşım sitesi Flickr’a benzememek için isim değişikliğine gidilerek siteye bir de “e” harfi eklendi. Böylece “kuş şakıması” anlamına gelen twitter doğmuş oldu. 2006 Haziran’ında twitter tüm dünyada yayına geçti. Şimdi ABD Başkanı’ndan ünlü sanatçılara, sporculardan gazetecilere kadar milyonlarca ünlü bu sitenin bağımlısı. İran’daki Ahmedinecad karşıtlarının bile en önemli silahı haline geldi.

SANİYEDE 750 TWEET
Jack Dorsey ile Biz Stone‘un bu çizimden 2 hafta sonra hazır hale getirdiği twitter’da şimdi günde 65 milyon tweet gönderiliyor. Bu her saniye 750 tweet anlamına geliyor. Dünya kupasında bu rakama bir ara saniyede 2940′a kadar çıktı.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Türk Telekom Sektöründe En Sevilen Marka



Türk Telekom, Ipsos KMG tarafından yapılan Digital Lovemark`10 araştırmasında `telekomünikasyon sektörünün en sevilen markası` seçildi.

Türk Telekom`un yazılı açıklamasına göre, araştırmaya katılan tüketicilerden aldığı yüzde 30 oranındaki oyla, en sevilen markalar arasında ilk sırayı alan Türk Telekom, geçen yıl da aynı unvanı yüzde 29 oyla almıştı.

12 Kasım 2010 Cuma

Mardan Palace En Lüks Otel




Mardan Palace dünyanın en iyi lüks oteli seçildi!

Mardan Palace Oteli, ‘Dünyanın En İyi Lüks Oteli’, ‘Dünyanın En İyi Spa Oteli’ ve ‘Dünyanın En İyi Royal Suite’ ödüllerini aldı.


Mimari yapısıyla Dolmabahçe Sarayı, Kuleli Askeri Lisesi görünümünde tasarlanmış, Kız Kulesi ve Galata Köprüsü‘nün benzerleriyle İstanbul’un mükemmel bir minyatürünü andıran 1.5 milyar dolar maliyetli Mardan Palace Oteli, ‘Dünyanın En İyi Lüks Oteli’, ‘Dünyanın En İyi Spa Oteli’ ve ‘Dünyanın En İyi Royal Suite’ ödüllerini aldı.

İngiltere’nin başkenti Londra‘da, ‘turizmin oscarları’ olarak da adlandırılan World Travel Awards 2010‘un sahipleri belli oldu. 1000′den fazla adayın yarıştığı World Travel Awards 2010‘da yüzbinlerce seyahat profesyonelinin web sitesinden gerçekleştirdiği oylama sonucu Antalya’da bulunan Mardan Palace, ‘Dünyanın En İyi Lüks Oteli’, ‘Dünyanın En İyi Spa Oteli’ ve ‘Dünyanın En İyi Royal Suite’ ödüllerini aldı. Londra’da düzenlenen gala gecesinde Mardan Palace’ın ödüllerini, Mardan Palace CEO’su Natik Abbasov ve Otel Genel Müdürü Cumhur Özen birlikte aldı.



Antalya’nın Kundu bölgesinde, Akdeniz’in en ünlü sahillerinden biri olan Lara sahilinde, Rus asıllı Azeri işadamı Telman İsmailov tarafından yaptırılan ve 180 bin metrekarelik alanda konumlanan Mardan Palace‘ın yapımı için 10 bin metrekare altın, 500 bin kristal kullanılmıştı. Kapılarını 2009′un Haziran ayında birçok Hollywood yıldızının katılımıyla açan otelin en ucuz oda fiyatı 485 Euro, en pahalısı ise 16 bin Euro.



AST 1989 Group’un Türkiye’deki en önemli turizm yatırımı olan Mardan Palace, mimari yapısıyla Dolmabahçe Sarayı, Kuleli Askeri Lisesi görünümünde tasarlanmış Anadolu Yakası, Avrupa Yakası, Kız Kulesi ve Galata Köprüsü ile İstanbul’un mükemmel bir minyatürünü andırıyor. Otelin ana giriş kapısı, Dolmabahçe Sarayı’nın giriş kapısıyla aynı mimari özellikleri taşıyor. Antika mobilyalarla dekore edilen 2800 metrekarelik lobinin 21 metre yüksekliğindeki cam tavanı, geleneksel saray motifleriyle, el süslemeleriyle bezenmiş.

Otelin en çarpıcı detaylarından bir diğeri ise tarihte Leonardo da Vinci tarafından çizilmiş, ancak uygulamaya geçirilememiş olan Galata Köprüsü. Köprü, havuzun iki yakasını birbirine bağlıyor.


1.5 YILDA ONBİRİNCİ ÖDÜL

Mardan Palace Otel‘in 16 bin metrekarelik açık yüzme havuzu, Mardan SPA Merkezi, dünyanın farklı ülkelerinden lezzetlerin sunulduğu restoran ve cafe-barlarıyla Türkiye’de pek çok ilki bir araya getirdiğini belirten Basın Halkla İlişkiler Müdürü Songül Altun, henüz 1.5 yıldır açık olmasına rağmen 11′inci kez ödül sahibi olduklarını söyledi.

10 Kasım 2010 Çarşamba

İhalecilerin Satınalmacıları Varsa; Reklamcıların Neyi Var (MediaRenter))


Farklı bir konuya daha değinelim:
Şimdi ülkemizin refahı arttıkça, şirketlerinde karları artmaya başladı.Bu artan karlar şirketlerin pazar paylarını artırmak ve piyasada kalıcı olmak için reklam çalışmalarını da olumlu yonde etkiledi, daha da etkileyecek. Şirketler reklam piyasasına daha çok girdikçe reklamların maliyetleri konusunda bilgi sahibi olacak ve reklamlarını daha etkili ve en az maliyetle sunmak için profesyonelleşmiş kadrolar oluşturacaklar.

Ama bu tabiki profesyoneller için geçerli :)

Bizim amacımız bu kadroları olusturamayacak daha orta ölçekli firmalar. Bu demektir ki firmalar daha etkili reklamları ve reklam alanlarını bulacak kişilere ihtiyaç duyacak.Bu kişiler reklamcılara göre firmanın satınalmacısı olacak:)

Hadi buna bi isim bulalım;

Bikere bu kişi alıcı olmayacak, çünkü bu medya alanlarını firma almıyor kiralıyor, demekki bu kişi kiralayıcı olacak, hadi bunu birde herkesin anlamaması için ingilizce kullanalım: RENTER
Sanırım yarısını bulduk. Diğer kısmıda medya olsun demi. O zaman MEDİARENTER demek sanırım yeni bir iş alanı ismi olur. Yakın zaman içinde şirketler için medya kiralayacak kişiler artacak. Demekki ihaleye giren şirketler, firmanın satınalmacısıyla iyi gecinmek zorundaysa.. Mediarenter'lara dikkat reklamcılar..

Ali Ağaoğlu: Türkiye’nin en büyük gayrimenkul projesini yapacağım


Ali Ağaoğlu: Türkiye’nin en büyük gayrimenkul projesini yapacağım

Ağaoğlu, İstanbul Ayazağa’ya Türkiye’nin en büyük gayrimenkul projesini yapmak için kolları sıvadı.

Emlak Konut Gayrimenkul Yatrım Ortaklığı (GYD) tarafından geçen ay İstanbul Ayazağa‘daki dev arsa için açılan ihaleyi 1 milyar 203 milyon TL’lik arsa payı teklifiyle kazanan Yeşil İnşaat ve Metal Yapı‘nın başını çektiği 5′li konsorsiyum, Emlak GYO’ya 180 milyon TL’lik ön peşinatı ödeyemeyerek, 24 milyon 400 bin TL’lik teminatı yakmıştı. İhalede ikinci en iyi teklifi ise 3 milyar 250 milyon TL toplam satış geliri, 1 milyar 153 milyon 750 bin TL’lik Emlak GYO payıyla Ağaoğlu Grubu şirketlerinden Akdeniz İnşaat vermişti.

Ali Ağaoğlu, gelişmeler sonrası ihale ile ilgili herhangi bir finans sıkıntıları olmadığının altını çizerek, “Biz bir işe girerken hesabımızı iyi yaparız, altından kalkamayacağımız hiçbir işe girmeyiz” diye konuştu.

“İstanbul’un simgesi olacak”

En yüksek teklifi veren grubun çekilmesi sonrası ihale süreci ile ilgili şifahi bilgi aldıklarını, şartname gereği tebligat kendilerine ulaştığında gereğini yapacaklarını açıklayan Ali Ağaoğlu, dev arsada “Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük gayrimenkul projesini” yapacaklarını söyledi.

Ağaoğlu, “İstanbul’a yaraşır, şehrin simgesi olacak bir projeye imza atacağız. Mimarlarımızı zaten konuyla ilgili görevlendirmiştik, çalışmaları tamamlayıp ses getirecek bir proje inşa edeceğiz” dedi. İmar planlarında 241 bin 905 metrekare yüzölçümüne sahip arsanın 193 bin 900 metrekaresi konut alanı olarak yer alıyor. Bu alanın 2.2 emsal değeri bulunduğu için üzerine 426 bin 580 metrekare inşaat alanı bulunuyor. Ali Ağaoğlu, karma bir proje planladıklarını, alışveriş merkezleri, konut alanlar ve ofis binalarıyla dev bir proje inşa edileceğini söyledi.

7 Kasım 2010 Pazar

Markaların Sürü Psikolojisi


Geçen ayki sayımızda “Başarının zirvesinden sonra tarihin markadan aldığı intikam!” başlığı altında jenerik marka konusunun bir yönü üzerinde durmuştuk: “Jenerik olma durumu iki türlü gerçekleşir. Birincisi, markanın yaşam eğrisinin belli bir döneminde (çoğunlukla zirvede) tüm kategorinin o marka adıyla anılması durumudur.


Tüm PVC kapı pencere sistemlerinin ‘Pimapen’den kaynaklı olarak ‘pimapen’, tüm kağıt mendillerin ‘Selpak’tan kaynaklı olarak ‘selpak’ adıyla anılması gibi... İkincisi ise, kendi kendini sırtından hançerlemek şeklinde tezahür eder. Mesela ‘Doğa’ gibi orta malı bir sözcüğün marka ismi olarak benimsenmesi durumu... ‘Markalar jenerik isimlerden vebadan kaçar gibi kaçmalıdır.’ diyen Al Ries, bu durumu başarısızlığa giden en kısa yollardan biri olarak tarif etmektedir. İki ‘jenerik’ olma durumu birbirinden çok farklıdır. Birincisi önemli bir başarının ardından gelir, ikincisi ise daha baştan başarısızlığa mahkum eder.”

Bu ay, “jenerikleşmeden nemalanma güdüsü” yanında, bir şeyleri eksik bırakma “korku”suyla ortaya çıkan başka tür bir jenerikleşme olgusu üzerinde konuşalım. Bazı kategorilerde yaşanan ve “sürü psikolojisi sendromu” diyebileceğimiz bir durum bu...

Sürü psikolojisi, daha çok finans piyasalarında ve borsalardaki krizlerin mantığını açıklamak için kullanılır. Ama o krizler konjonktüreldir, buradakiler ise kalıcı... Markalardan birisi açılışı yapıyor, sonra ikinci, üçüncü derken, bakmışsın bütün marka adlarının arkasına kategoriyi temsil ettiği düşünülen bir ad yapışıvermiş. Sonra da her şey çorba! Sürüden ayrılmaya kalksan dağın öte yanında kurtlar pusu kurmuş, korkuyorsun. E, ayrılmasan, zaten sürünün içinde kayıpsın! Tabii cesaret gerekiyor, ama akıllıca bir cesaret, deli cesareti değil.

Gustave le Bon “Kitleler Psikolojisi”nde şöyle yazar: “Tekrar tekrar aynı tarzda ortaya atılan iddialar, fikir cereyanı dediğimiz şeyi husule getirir ve o zaman sirayetin kudretli mekanizması işe karışır. Fikirler, hisler, heyecanlar, inançlar kitleler üzerinden mikropların sirayeti kadar kudretli tesirlere maliktirler. Bu hadise bir sürü halinde bulundukları zaman hayvanlarda da görülebilir. Bir veya birkaç koyunun bir şeyden ürkmesi derhal öteki koyunları da ürkütür.”

Basına epeyce malzeme olduğu için 2006 yılındaki sürü intiharlarını hatırlarsınız. 2006’nın Temmuz ayında Van’ın Gevaş ilçesinde, önce bir koyun, ardından da 1479 koyun uçurumdan aşağıya atlayınca, bu toplu intihar vakası basında “koyunlar intihar etti” diye haber olmuştu. Kısa süre sonra Bitlis’in Tatvan ilçesinde de koyun intiharları yaşandı. Ardından aynı yılın Ağustos ayında Hakkari’nin Durankaya beldesinde bu kez “dana intiharları” meydana geldi.

Sürü psikolojisi Selçuk Erdem’in karikatürlerine de sıkça konu olur. Erdem’in bir karikatüründe koyunlar aralarında konuşmaktadır. Koyunlarda biri:

– Artık sürü psikolojisine uymayacağım!

Ve diğerleri:

– Ben de!
– Ben de!
– Ben de!
– Ben de!
– Ben de!

Aşağıdaki diyaloğa da sürü psikolojisinin tartışıldığı bir forumda rastlamıştım:

1. kuzu: Meeee!
2. kuzu: Mee!
3. kuzu: Meeea!
4. kuzu: Meeee!
5. kuzu: Me!
6. kuzu: Meeee!
7. kuzu: Mee!
8. kuzu: Meeea!

Geçen gün arkadaşlarla bir reklam üzerinde konuşuyorduk. Reklam, Erpiliç’e mi aitti, Şenpiliç’e mi? Yoksa Şeker Piliç’e mi? Karar veremedik de, genç arkadaşlardan biri küçük bir araştırma yaparak bize yardımcı oldu.

Tavuk sektöründen bahsediyorum. Hepsinin adı bi’şey, soyadı piliç... Bu arada tabii ki, tavuk değil, piliç... Vaadi içinde gizli! Gerçi et sektörünün tamamında böyle uyanıkça bir yaklaşım vardır; inek, öküz veya manda eti değil, dana etidir; koyun, koç veya keçi eti değil, kuzu etidir!

Her neyse, biz piliç konusuna devam edelim. Google’da piliç arayın, başlıyor Şeker Piliç, Er Piliç, Şen Piliç, Bey Piliç, Beyza Piliç, Gedik Piliç, Şölen Piliç, Ak Piliç (Politik avantajı iyi kavramış!), Emre Piliç, Ömür Piliç (Sahi, ne oldu buna, o kadar şaşaa ve şatafattan sonra?) Ateşli Piliç (Pardon, bu film adıymış!) diye alıp başını gidiyor maşallah! Bu Piliç bile var!

Beyazcılar kadar olmasa bile, kırmızı et sektörü de bu sürü psikolojisinden kendini kurtarabilmiş değildir. Birkaç isim sayalım: Maret, Danet, Vanet, Oret, Namet, Alet, Hüret, Bonet, Tanet... Ya bu nasıl? Vahdet!

Yine “sürü psikolojisi sendromu” PVC kapı ve pencere sektöründe de hakim. Zavallı Pimapen! Koca marka sürüden ayrılmak için Dr. Pimapen diye kıvranıp, patinaj yapıp duruyor. Bir zamanlar avantaj olan rekabet silahının namlusu, şimdi kendisine dönmüş durumda. Ne var? Hepsi pen... Kimi şupen, kimi bupen!

Sucuları atlamayalım: Hayat Su, Aysu, Beysu, Çene Suyu, Karsu, Pansu, Esin Su, Cansu, Berrak Su, Ege Su, Fatsu, Korusu, Kumsu, Sultan Su ve benzerleri... Saymakla bitmez. Javsu bile var; Jandarma Asayiş Vakfı Destekleme A.Ş.’nin suyu...

Listenin ilk başında saydığım Hayat Su’yun logosunda “Su” yazmıyor, ama mecburen “Hayat Su” olarak anılıyor. Neden mi? Bu da başka bir jenerik isim vakasının sonucu... Çünkü “hayat” öyle bir isim ki, markanın bağlamı içinde kullanılmaması halinde markaya yönlendirme yeteneği sıfır. Markaya yönlendirmek için mecbursunuz “su”yu zikretmeye...

Kategori adını marka adına yapıştırma olgusunun sadece saydığımız örneklerle sınırlı olmadığını, hatta özellikle bazı küçük işletmeler için bunun zaman zaman bir ihtiyacı karşıladığını da söylemek gerekir. İlk akla gelenleri sayabiliriz: İnşaat, İletişim, Reklam, Restoran, Giyim, Tekstil, Gıda, Bakliyat, Süpermarket, Bakkal gibi onlarca, belki yüzlerce kategori adı...

Toparlarsak; bu “yarı jenerikleşme” olgusu, aslında “eksik markalaşma” zaafının bir sonucudur. Birçok değeri bünyesinde barındırması gereken marka, en önemli bilgiyi, yani kategori bilgisini ismen anmadan muhatabına aktaramıyorsa bu işte bir terslik var demektir. Bunu aktaramayan, arkasındaki “Piliç”i atınca tüyü yolunmuş kaza dönen markanın markalaşma sürecini henüz tamamlamadığı yargısına varmamızın ötesinde, bu hedefe ulaşabilme noktasında bizi kuşkuya sevk etmesi de çok doğaldır.

Peki, ne yapmak lazım? Markalaşmanın sonuna kadar hakkını verme cesaretini gösterebilmek dışında başka ne yapılabilir ki?

THE BRAND AGE DERGİSİNİN EYLÜL 2010 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Twitter'da en cok takip edilenler


Twitter‘da follower yani takipçi sayısı yarıştırma inceden popülerlik ölçütü haline gelmeye başladı. Mashable’da yer alan habere göre Twitter serverlarının %3′ü tek başına Justin Bieber için çalışıyor. Justin Bieber Türkiye’de pek bilinmeyen ancak Amerika’da çok geniş bir hayran kitlesine sahip 16 yaşında Kanadalı bir şarkıcı. Bieber’ın Twitter’da tam 5.082.070 takipçisi var. Bu rakamı görünce aklıma geldi, acaba Twitter’da en fazla takip edilen (en fazla followerı olan) kullanıcılar kim? İşte yanıt:
1. Lady Gaga – 6,131,965
2. Britney Spears – 5,879,732
3. Ashton Kutcher – 5,726,788
4. Barack Obama – 5,309,729
5. Ellen DeGeneres (the Ellen Show) – 5,167,065
6. Justin Bieber – 5,082,070
7. Kim Kardashian – 4,722,721
8. Oprah Winfrey – 4,176,483
9. Taylorswift13 – 4,152,534
10. Katy Perry – 3,746,184
*İstatistikler Twitaholic.com’dan alınmıştır. Follower sayıları anlık olarak değişebiliyor ancak sıralamada bir değişiklik olmuyor.

Marka Yüzü Olmak


Pegasus dediğimizde aklımıza Ali Sabancı gelir, girişimcilik örneğidir, Beymen dediğimizde Cem Boyner deriz, çünkü modernliği yansıtır. Bu bahsettiğim kişiler, kendi markalarıyla uzaktan bir bütün halindedir. Direkt son tüketiciyle buluşmasalar da, markalarında kendi izlerini taşırlar, ve tüketicileri de bunu bilir.
Neden tüketiciler bir ürünü ya da servisi tercih eder diye sorsaydık önceden, aklımıza ilk fiziksel faydası gelirdi. Ama artık fiziksel faydanın dışında bağlılığın da önemli olduğunu, yani tüketicilerin fiziksel fayda ile yetinmeyip, aldıkları ürün ya da servisle örtüşecek duygusal bir şey aradığı nettir.
Ağaoğlu İnşaat, inşaat sektörünün en önemli firmalarındandır. Gazetelerde ve dergilerde, modern apartmanların, sitelerin tek sayfalık resimlerini görürdük. Sonra birden arabalarıyla, ve özel yaşantısıyla Ali Ağaoğlu magazin basınında yer almaya başladı. Öğrendik ki, Ali Ağaoğlu, Ağaoğlu İnşaat’ın patronu. Şimdi ise iki öğe birleşti, Ali Ağaoğlu kendi markasının marka yüzü oldu.
Yaklaşık 2 aydır, hemen hemen her gazetede sür manşette, İstanbul’da bilboardlarda, televizyonda reklamlarda ‘Bu ülkede herkes iyi yaşamayı hak ediyor’ dedi Ali Ağaoğlu, kendi üslubuyla ‘My World Europe’un özelliklerinden bahsetti. Şimdi ise yeni reklamı ve yeni projesi ‘My Towerland’ için, Sinan Çetin’le birlikte geçmiş kamera karşısına. Reklam filmine baktığımızda tüketicinin istediği iki alanı da dolduruyor. Fiziksel faydalarına baktığımızda, evlerin özelliklerinden bahsediyorlar, enerjisini kendisinin üreteciğini söyleyerek sosyal sorumluluk kısmını ön plana çıkartıyorlar. Peki bu reklam filmlerinin sağladığı duygusal yanın ne olduğunu düşünürsek, Ali Ağaoğlu’na güven, patrondan çok babacan kimliği vs. ve en önemlisi de o eve sahip olanların, ‘Ali Ağaoğlu’nun evinde oturuyoruz’ diyebilmesidir.

31 Ekim 2010 Pazar

Redbull'un Marka oyunlarına bayılıyorum..


Redbull enerji içeçeği piyasasında dünyanın en onemlı markalarının onunde geliyor şüphesiz. Bu başarının çok açık bir iksiri var ortada. Redbull'un dünyanın çeşitli bölgelerinde extreme oyunlar organize etmesi ve bunu izleyicilere sunmada gayet başarılı olduğu aşikar. Televızyonlarda yayınlanan motorla akrobasi yarısmaları, falezlerden atlama yarısmaları, ılgınc aracları denıze atma yarısmaları, ucakla akrobasi yarısmaları herkesin bildiği olaylar. Az önce bu oyunlardan bır yenısıne daha rastladım ve bu kesınlıkle en güzelleri merak etmeyin link paylaşacağım. Redbull energy içeceğinin faydasına yönelik sporlarda yarışmalar düzenlediğini bir kez daha ispatlamış bence.

Videoyu izlemek için tıklayın

Fatih sultan mehmet, 75 milyon $'a beyaz perdede (ferman)


Son dönemde yapılan en yüksek bütçeli filmlerden biri olmaya aday olan Fatih Sultan Mehmet'in hayatını anlatacak filmin adı Firman (Ferman) olacak. Fatih Sultan Mehmet'in Hollywood tarzı çekilecek film için 50 milyon dolarlık bir bütçe hazırladıklarını söyleyen Alnoor'un Yönetim Kurulu Başkanı Ahmed Al-Hashemi, 1453'te Doğu ile Batı'yı bir araya getiren Osmanlı Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet'in hayatını daha geniş kitlelere yaymak istediklerini belirtti. Al-Hashemi, "Bu film İngilizce olacak ve tüm dünyada gösterime sunulacak. Ardından 30 bölümlük bir dizi film serisi çekeceğiz. Bunun için de 25 milyon dolarlık bir bütçe ayırdık" dedi.

Fatih Sultan Mehmet'in 1453'te İstanbul'u fethetmesi ile başlayan hoşgörü sürecinin Avrupa'da hâlâ etkisini sürdürdüğünü kaydeden Al-Hashemi, Fatih'in Fermanı'nın Avrupa'nın en eski özgürlük ve bağımsızlık belgelerinden biri olduğunu belirterek, "Farklı dil, din ve ırka hoşgörü sunuyor. Bunun tüm dünya tarafından bilinmesi gerekir" diye konuştu. Al-Hashemi film için Calinos Holding adlı Türk şirket ile el sıkıştıklarını, filmi birlikte beyazperdeye sunacaklarını aktardı.

Dizi Arapça ve Türkçe olacak

50 milyon dolarlık bir bütçe ile çevrilecek film tamamen İngilizce olarak beyazperdede yer bulacak. Filmin süresi 150 dakika yani 2.5 saat olarak belirlendi. Arapça ve Türkçe olarak yayınlanacak 30 bölümlük dizi ise bölüm başına bir saat olarak çekilecek. Film çekimleri için oyuncu kadrosu ve mekân net olarak belirtilmedi. Ancak filmin büyük kısmının İstanbul'da çekilebileceği vurgulanıyor. Al-Hashemi, filmin Arapça konuşulan 300 milyon nüfuslu Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerin ile Türkçe konuşulan Orta Asya'da yoğun ilgi göreceğini kaydetti.

Filmin maliyeti AROG'un 4.5 katı

Türk sinema sektörü son dönemde kalitesi ve konusuyla değil bütçeleriyle de gündemde yer bulmaya başladı. Son yılların en pahalı filmi rekorunu 2006'da gösterime giren 'Kurtlar Vadisi Irak' 14 milyon dolar ile elinde tutuyor. 'Kurtlar Vadisi Filistin'in bütçesi 11-12 milyon dolar, Mahsun Kırmızıgül'ün "New York'ta 5 Minare" 14 milyon dolar, Cem Yılmaz'ın 'AROG'u ise 11 milyon dolar

Marka tutunduracak mışız..


Marka tutunduracakmışız,
Yapabilir miyiz.?
Yaparız yaparız dersiniz eminim, bi marka versek elinize al bunu benim istediğim kitleye bu markayı duyduklarında bu hisse kapılmalarını sağla.
O zamanda yaparız yaparız diyebilir misiniz?
Şimdi siz reklamcıyım, markacıyım mı diyorsunuz, yanılıyorsunuz..
Marka oluşturmak apayrı bi sanat evet, ama tutundurmak markayı büyütmek beslemek süt vermek yürütmek kosturmak gibidir.
Bir anneyi düşünün markayı doğuran, sonra damadın annesi, gelinin annesi, damadın kardeşi kızın halası evin küçük kızı herkes bebeğe bişeyler yapar;
agu agu, hadi oğlum babaya pis de, hadi kızım iki kıvırt oyna bakalım falan filan. Görüyormusunuz markanızın cevresinde ne kadar etken var her an hedeflerinizden sizi şaştırabilecek.
Marka konumlandırmak neden marka olusturmakdan onemli, anlatabiliyorum demi. Markayı dogurana kadar fikir sadece sizindi artık o kamuya mal oldu, sizin reklamlarınız insanların agzında artık, markayı artık onlar yonlendırıyor. Siz bi mesaj veriyorsunuz hadi diyelim dogru mesajı verdiniz tamam bozulmadan gitti bu ıstedıgınız yerlere, hadi düşünün okadar dogru mesajın arasında bi tanecik yanlış bi mesaj yolladınız hedef kitlenize, Ozaman işte sakız olursunuz takipçilerinizin ağzında.Unutmamak gerekir kötü mesaj her zaman daha hızlıdır.
Marka olusturdum, marka tasarladım, guzel bı logo yaptım bu sektore cok uygun, bu isim kımsenın aklına gelmemiştir emınım marka yapmalıyız bunu, gibi birçok şey diyebilirsiniz farklı olduğunuzu düşünebilirsiniz. Ama unutmayın herkes çocuk yapar, ama herkes bir pehlivan, herkes bir atatürk, herkes bi yiğit, herkes bir kahraman yetiştiremez.
Marka yapabilirim diyecekseniz önce bu markayı ne yapabilirim diyeceksiniz.

Bekir Uğur KÖSE

"Değerleri Korumak İçin Markalaşmak Gerek"




Ayşegül Kuaförün sahibi Ayşegül ÇULCUGİL de marka tescili yaptırarak isim haklarını koruma altına alan binlerce firma sahibinden yalnızca birisi. Kendisiyle Denizli Marka olarak hem sektörün durumu hem de marka olmanın avantajları üzeine bir röportaj yaptık.


Marka Haber : Ayşegül Hanım ne kadar süredir Kuaförlük yapıyor? Ayşegül Kuaför Ne zaman faaliyete başladı? Hangi Hizmetleri Sunuyor?

Ayşegül Çulcugil : Yaklaşık 26 altı yıldır kuaförlük yapıyorum. Benim annemde kuafördü. Severek ve isteyerek seçtiğim bir iş olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla. Ayşegül kuaförü ise 1992 yılında açtım. Burada Bayanlara saç konusunda her türlü hizmeti sunuyoruz.Saç kesimi,boya,balyaj.Bunun dışında manikür pedikür ve ağda gibi hizmetlerimizde var.


Marka Haber : Sektör hakkında bilgi verir misiniz? (İstanbul’daki durumu, STK’ları, çalışanlar)
Ayşegül Çulcugil : Sektörde özelikle kaliteli elemanların yetişmesi beni mutlu ediyor.Ancak bunun dezavantajları da var tabii ki.Mesleği her öğrenen kendi salonunu açıyor bu da çok fazla salon olmasına yol açıyor.Hatta birkaç koaför salonu yan yana açılabiliyor. Bunu denetlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ayşegül Kuaför şu an şirket olarak faaliyet gösteriyor.Ancak bundan önce esnaf olarak Umum Kadın Kuaförleri ve Manikürcüler odasına bağlıydık.Odanın bu tür konularda gerekli önlem ve tedbirleri alması gerektiğini düşünüyorum.Kuaför ve Güzellik salonlarının birbirinden ayrılacağı söyleniyor.Bununda çok isabetli bir karar olduğunu düşünüyorum.

Marka Haber : Ayşegül Kuaförün müşterilerine sunduğu farklılık ve avantajlar nelerdir?

Ayşegül Çulcugil : En başta yakınlık ve ilgi diyebilirim. Biz müşterilerimizle mümkün olduğunca çok ilgilenmeyi ve yakınlık kurmayı isteriz. Daha samimi ve içten bir profesyonellik anlayışımız vardır. Bununda insanları cezp ettiğini ve etmeye de devam edeceğini düşünüyorum.

Marka Haber : Şirket haline dönüşmenizin ve marka tescili yaptırmanızın nedeni nedir? Markalaşmadan beklentileriniz nelerdir?

Ayşegül Çulcugil : Marka tescilini şirket olmadan önce yaptırmıştım. Öncelikli isteğim severek yaptığım işimin hakkını vermek. Marka Tesciliyle ismimi ve yeniliklerimi korumayı amaçladım. Açıkçası markalaşmanın sektördeki değerleri de koruyacağı inancındayım. Çok fazla rekabet olduğu için bazen etik dışı olaylara da şahit olabiliyoruz. Tescil bu konuda koruyucu olacaktır inancındayım. Büyümek için öncelikle kurumsallaşmak gerektiği düşüncesindeyim..Bunun ilk adımı da markalaşmak ve şirketleşmektir. Bir şirket haline geldiğinizde ve bir markaya sahip olduğunuzda insanların size bakışı değişiyor. En büyük farkı da güven meselesi: İnsanlar mütevazı bir kuaför salonu yerine bir marka ile çalışmayı daha güvenli buluyorlar. Şirketleşmek ve tescilli bir markaya sahip olmak bakış açısında önelmiş bir değişikliğe sahip oluyor. Tabi sadece ticari oalrak değil çalışanlarıma yönelik de bazı düşüncelerim vardı. Ben onların bu kurumun şemsiyesi altında korunmalarını ve kendilerini geliştirmelerini istedim. Böyle bir yönü de var. Çünkü biz burada bir aile gibiyiz.


Marka Haber : Özellikle kuaför sektöründe işyerlerinin daha çok mütevazı mekânlar olduğunu görüyoruz. Marka olmuş ve elit bir kesime hitap edenlerin sayısı az ancak bir artış gösteriyor. Siz de bu trendi izleyenlerden misiniz? İleriye dönük düşünceleriniz, hedefleriniz nelerdir?

Ayşegül Çulcugil : Büyümeyi düşündüğüm doğru. Ancak buradaki sıcak ortam asla değişmeyecek. Burada müşterilere gösterilen yakınlık ve ilgi de bir değişme olmayacak. Profesyonelliğin daha duygusuz ve katı kurallardan oluştuğuna inanan bi kesim var. Bana göre profesyonellik müşteriye gösterilen ilgi ve yakınlıktır. Onlarla mümkün olduğunca yakın olmaktır.Bu nedenle profesyonelliğimizin de atarak devam edeceğini söyleyebilirim.İleriye dönük en önemli hedefim eğitim. Mesleki eğitim konusunda bir şeyler yapmak istiyorum. Bu sektörde çalışacak eğitimli kişilerin eğitimi konusunda çalışmalar yapmak isterim. Mesela özel bir kuaförlük okulu bile olabilir. Bunun dışında hedef olarak mümkün olursa bayilikler açmayı gösterebilirim. Farklı yerlerde pek çok sube açmak büyümek açısından da yararlı olurdu.


Marka Haber : : Adres Patent’i nereden duydunuz, Niçin Adres Patent’i tercih ettiniz? Aldığınız hizmetten memnun musunuz? İleriye dönük yeni marka veya tasarım gibi çalışmalarınız olacak mı?

Ayşegül Çulcugil : Adres Patent’i çeşitli vesilelerle duymuştum. Daha önce bilgim vardı.Bir adres değişikliği hususunda çalışmamızs olacak bu aralar.Ancak ileriye dönük yeni marka ve tasarım çalışmalarımız olcak.Zaten marka tescili yaptırırken hem ismimi hem de sektöre kazandıracağım yenilikleri korumayı amçlamıştım.Bu bu şekilde devam edecek.

Marka Haber : Marka tescilinde bulunmamış meslektaşlarınıza önerileriniz nelerdir?

Ayşegül Çulcugil : Daha önce bahsettiğim gibi sektöre ait değerleri korumak adına herkesin marka ve tasarım tescillerinde bulunması gerektiğini düşünüyorum. Ancak gördüğüm kadarıyla insanlar bu konuda hâla tam manasıyla bilgi sahibi değil. Sadece kuaförlük değil her sektörde bu böyle olmalı aslında. Ayrıca marka tescil harçlarının da düşürülmesinin firmaları daha çok tescile teşvik edeceği fikrindeyim.

Marka Taklit Cezaları Arttı



556 sayılı kanunda 28 Ocak 2009 tarihinde yapılan yeni değişiklikle taklit veya haksız marka kullanımına 3 yıla kadar hapis ve 2.000.000.TL ’ye kadar para cezası getirildi.

Türkiye ’de tescilsiz marka kullanan 900.000 adet işletme sahibini bekleyen tehlikenin bedeli çok ağır. Geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesinin, 556 sayılı KHK’nin bazı maddelerini iptal etmesi nedeniyle doğması muhtemel hukuki boşluğu gidermeyi amaçlayan Kanunla, marka tescilinden doğan hakların kapsamını, marka hakkına tecavüz sayılan fiilleri ve bu fiillere verilecek cezaları düzenlemeyle ilgili kararı resmi gazetede yayınladı.

Yapılan değişiklik ile aşağıdaki durumlar marka hakkına tecavüz sayılıyor:

a) İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması.
b) İşareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması.
c) İşareti taşıyan malın gümrük bölgesine girmesi, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması.
d) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması.
e) İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması


28 Ocak 2009 tarihinde yapılan yeni değişiklikle 556 sayılı kanunda bildirildiği üzere “Başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal veya hizmet üreten, satışa arz eden veya satan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.” Fikri ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemeleri; Yeni dönem uygulamasına göre taklit mal üreten ve satan kişilere uygulanacak olan 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasının yanı sıra yirmi bin güne kadar adli para cezası olarak ifade edilen cezanın alt sınırının 400.000 TL ‘den başladığını ve bu cezanın yaklaşık 2.000.0000. TL ye kadar değişebiliyor. Bu cezalar ; yakalanan taklit mal miktarına, yakalanan kişilerin daha önce aynı suçtan yargılanıp yargılanmaklarına göre, malın değerine ve markaya verilen zarara göre değişebilir.

Yeni kanunla “ İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması” da marka hakkına tecavüz sayılıyor ve markaların internet ortamında da korunması sağlanıyor.

Türkiye ’de marka tescil etme yetkisine sahip tek kuruluş Türk Patent Enstitüsü ‘dür, Dolayısı ile Enstitünün verilerini değerlendirdiğimizde bu gün ülkemizde bir veya birden fazla marka tescili yaptırmış firmaların sayısı 300 bini buluyor. Buna karşılık Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin verilerine Türkiye’deki firma sayısı 1.200.000 adet civarında olduğuna göre halen 900.000 adet firmanın henüz marka tescilinin olmadığı anlaşılıyor. Diğer bir değişle 900.000 adet firma tescilsiz marka kullanıyor.

Bu nedenle artık firmalarımızın , bir malı üretir ve satarken marka tescili konusunda daha hassas davranmaları, eğer üretici değil satıcı ise , satacakları ürünlerin mutlaka tescilli markalar olmasına dikkat etmeleri, taklit ürün satmamaları kendi menfaatlerine uygun olacaktır. 1000 Tl. lık taklit bir ürün satıp , 200 TL kar edeyim derken onbinlerce tl ceza almaları sözkonusu olabilir .
Taklitçiliğe hayır, markalaşmaya evet diyoruz.
Saygılarımla,

23 Ekim 2010 Cumartesi

Köfte Bahane, Mobilya Şahane


SADULLAH ORGAN
09-10-2010
İnegöl Mobilyası Tanıtım Grubu(İMTG) Başkanı Ahmet Güleç, mobilyada nicel büyüme değil, nitel büyümenin daha önemli olduğunu belirterek, `Daha çok çalışırsak, Avrupa`nın mobilya üssü oluruz` dedi.

5 Ekim 2009 tarihinde ‘İnegöl Mobilyasını Geleceğe Taşımak` sloganı ile kurulan İnegöl Mobilyası Tanıtım Grubu (İMTG), Hotel Angelacoma`da düzenlenen toplantıda bir yılda yapılan çalışmaları değerlendirdi.

Tanıtım Grubu Başkanı Ahmet Güleç, iyi niyetli olarak gelen önerilere her zaman açık olduklarının altını çizerek, İnegöl`ün,
mobilyanın fikir lideri olduğunu söyledi. İnsanların, bir şeyi geliştirme konusunda verdiği mücadelenin, alternatif gösterilmeden eleştirilir hale getirildiğini belirten Güleç, `Bir yıl önce Ticaret ve Sanayi Odası yönetimi ile bir araya gelerek mobilyanın daha çok tanıtılması ve geliştirilmesi konusunda bir çalışma yapmak için toplantı gerçekleştirmiştik. Toplantının ardından bütün mobilyacıların olduğu bir iftar yemeğinde iki konuya dikkat çektik. Birinci çalışmamız reklamla ilgiliydi. İkincisi ise alternatif bir fuar düzenleyip, fuardan iskonto alınmasıydı. İki konudan, reklam konusu kabul edildi. Çünkü 20 yıldır reklam yapamadık. Sonrasında İnegöl Mobilyası Tanıtım Grubu kuruldu. Yönetimimizde bir kaç mobilyacı olmasına rağmen, mobilya işiyle uğraşmayanların performansı, İnegöl`de bu konuda çok şeyin yapılacağı sinyalini verdi. Bu güne kadar 30 toplantı yaptık. Reklam ajansları ile görüşmeler yaptık. Sonrasında bütçe kurma konusunda çalışmalar gerçekleştirdik. O zaman İTSO`dan 150 bin ve belediyeden 150 bin lira olmak üzere bize taahhüt edilen 300 bin liradan başka bütçemiz yoktu. 3 bin 200 uçuşun yer aldığı Skylife dergisinde reklamımız var. Uzak doğu uçuşlarının çoğunu THY yapıyor. İnegöl mobilyası tanıtılıp, güçlendiğinde, mobilyacıda güçlenecek ve medyaya da bütçe ayıracağız. Mobilyacısının güçlenmesi demek, İnegöl`ün güçlenmesi anlamına geliyor` dedi.

NİTEL BÜYÜME ÖNEMLİ.....

Mükemmelliğin bir sonuç değil, süreç olduğunu ileri süren Güleç, bu sürece nerden başlanıldığının önemli olduğunu vurguladı. Güleç, İnegöl`ün genel anlamda mobilyasının gelişmesinde, nicel değil, niteliksel böyümenin önemli olduğunu öne sürdü. Güleç, `İbadetin azda olsa sürekliliği makbuldür. İnegöl, mobilyanın fikir lideridir. Bu liderliğimizin, 2. OSB`nin bitmesiyle beraber kapasite liderliğine dönüşeceğini düşünüyoruz. Daha çok çalışırsak, Türkiye`nin değil Avrupa`nın mobilya üssü oluruz` diye konuştu.

`Köfte Bahane Mobilya Şahane` sloganının hep olumlu tepkiler aldığını bildiren Güleç, şunları kaydetti:
`Köftemizde reklam oluyor, mobilyamızda. Biz bu sloganı, ‘Çay kahve bahane, sohbet şahane` sözünden aldık. Yani sonuçta bir kahve içmenin kırk yıl hatırı vardır. Köftemizin de mobilya ile değeri vardır. Köftemizin imajı mobilyamızla yarışır niteliktedir. İki önemli değerimizin, tek reklamda bulunması bizim için bir fırsattı. Yıllar içerisinde, İnegöl`den geçenler ya durup köftesini yedikten sonra mobilyasına bakmıştır ya da mobilyasına bakarken köfte yemeden gitmemiştir`

Cem Taşkıner
07.10.2010 / 23:49:52
Önceki gün Angelecoma Otel’de Mobilya Tanıtım Grubunun 1 yıllık değerlendirme toplantısına katıldım. Yerel basınla bir araya gelen İnegöl Mobilyacıları, yaptıklarını çalışmaların yanı sıra eleştirilere de cevap verdiler. Zaten Ahmet Güleç konulmaya başladığında meşhur resim yapma hikâyesi ile başladı. Çarşı ortasına sergileyip beğenmediğiniz yerleri karalayın dediğinde herkesin karaladığı, beğenmediğiniz yerleri düzeltin dediğinde de hiç kimsenin elini sürmediği o hikâye. Konuşmasının ardından ben ilk olarak söz aldım ve 3 soru sordum. Biri web sitesi ile ilgiliydi. Açıkçası 1,5 milyon TL harcayan bir tanıtım grubundan daha estetik bir site beklerdim dedim –ki hala aynı noktadayım- İkincisi ‘Köfte Bahane, Mobilya Şahane’ sloganından dolayı herhangi bir tepki alınıp alınmadığıydı. Olumlu tepki aldıklarını ifade ettiler. Tam tersini düşünün ‘Mobilya Bahane, Köfte Şahane’ denilerek bir reklam yapılsa, köftecilerin İnegöl köftesini böyle tanıttıklarını görseniz rahatsız olmaz mısınız diye de sordum. Bir taşla iki kuş vurulduğunu ifade ederek rahatsızlık yok dendi. Son olarak da Bursaspor’a forma reklamı ile alakalı konuyu gündeme taşıdım. Çok yüksek maliyetli olduğunu, Türk Hava Yollarının dahi 3 milyon dolarlık fiyata olur vermediğini ifade ettiler. Ben web sitesi konusunda hala ısrarla www.inegolmobilyasi.com.tr adresindeki tasarımın çok ama çok basit olduğunu savunuyorum. Görsellik açısından bir kere daha bakın ve değerlendirin. İkincisi köfte bahane, mobilya şahane ifadesinden tatmin olduğumu ifade edebilirim. Bursaspor konusu ise sanırım esnaftan para toplamakta sıkıntı yaşayan grubun, bir de bu miktarı daha üst noktalara taşıma imkanı yok gibi. Ben Mobilya Tanıtım Grubunun çalışmalarını büyük beğeni ile izliyorum. Güzel bir çalışma yapılıyor. Zaten olması gereken de bu. Son eklemem de şu, İnegöl dışındaki yerel gazeteleri düşünün derim. Haber Yorum’dan Ümit Karaş’ın bu önerisi bence gayet mantıklı. Hem maliyet açısından da daha düşük olur.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Bir markaya isim vermek


Marka Yönetimi
Bir markaya isim vermek

İster büyük bir kurum olsun ister küçük bir mağaza, ister bir hızlı tüketim ürünü olsun ister bir ara mal, ister bir fabrika olsun ister bir hizmet firması, ister bina olsun ister proje, ister film olsun ister kitap, ister yarışma olsun ister web alanı, bir ticari varlığa isim vermek hiç kolay değildir ve kolay da olmamalıdır.

Ticari varlıklarımıza/değerlere isim verirken genellikle çok düşünmeyiz. Halbuki markalaşmak, sürekli büyümek ve yüzyıllara meydan okuyan bir değer yaratmak istiyorsanız, isim seçerken çok iyi düşünmeniz ve karar vermeniz gerekir.

Her marka, ilgi görmek, hatırda kalmak, bilinir olmak, müşterinin ilk tercihi olmak için yola çıkar. İyi bir marka ismi bulmak, markalaşmanın en önemli parçalarından biridir. Doğru marka ismi sizi rakipleriniz karşısında maça 1-0 önde başlamanızı sağlar.

“İyi bir marka ismi nasıl olmalıdır” sorusunun literatürdeki cevaplarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

Telaffuzu kolay olmalı, kulağa hoş gelmeli, kolay anlaşılır olmalı, sesli ve sessiz harflerin yan yana gelmesinden oluşmalı, yazılması kolay olmalı

Bellekte kolaylıkla yer edinebilecek ilginçlikte olmalı, çarpıcı ve dikkat çekici olmalı

Rakiplerin adlarına benzememeli. Başka sektörden adlara da benzememeli.

Nadir olmalı

Türkçe karakterler içermemeli, az heceli olmalı

Hiçbir dilde kötü ve ters anlam içermemeli

Negatif olmamalı

Tescili ve alan adı müsait olmalı

Ürünün yararlarını öne süren bir içeriğe veya anlama sahip olmalı, ürünün niteliklerini düşündürmeli, hedef kitlede doğru çağrışım yapmalıdır.
hedef kitlenin değer yargılarına ters düşmemelidir.

Kategori ile ilgili olmalı, yapılan işle uyumlu olmalı

Yarar içermeli

Piyasadaki markaları yukarıdaki kriterlere göre puanlandıracak olsak bir çoğu sınıfta kalırdı. Elbette, sınıfta kalanların bazılarının bilinirlikte ve satışta başarılı olduklarını görürdük. Bu başarı için çok bedel (sermaye, emek, zaman vb…) ödediklerini de tahmin edebilirsiniz. Doğru marka ismi sizi hedeflerinize daha kolay ulaştıracaktır.



Doğru ismi bulmak için, bilinçli firmalar şirket içinde çalışma grupları oluşturmaktadır. Reklam ve halkla ilişkiler ajanslarını çalıştırmaktadırlar. Interbrand, Landor gibi Branding (kurumsal kimlik) ajanslarını tutmaktadırlar. Marka tescil firmalarından öneriler istemektedirler. Marka danışmanlarının görüşlerini almaktadırlar.

Bazı firmalar isim önerileri bulmak için çalışanların veya müşterilerin veya halkın katıldığı yarışmalar düzenlemektedir.


İsim önerileri getiren yazılımlar bile mevcuttur. Söz konusu yazılımlara gerekli bilgileri girdiğinizde bir tuşa basarak binlerce isim önerisi alabilmektesiniz. Bu tip yazılımlar marka tescil şirketlerinde mevcuttur.

Birinci Aşama

Öncelikle isim vereceğiniz ticari değerin; tanımı, müşteriye sunduğu faydası, vizyonu, hedef kitlesi, konumlandırması, kişiliği nedir, net bir şekilde belirleyin. İsim verilecek şeyi (firma, ürün, hizmet...) enine boyuna inceleyin. Fiziksel ve duygusal içeriğini araştırın. Müşterilere ne sattığınızı, ne sunduğunuzu, nasıl faydalı olduğunuzu tekrar tekrar düşünün. Varlık sebebinizi netleştirin.

İkinci Aşama

Markaya isim vermeden önce gelecekteki marka mimarinizin şemasını çıkarın. İleride hangi ürünleri üretebilirsiniz, hangi firmaları kurabilirsiniz? Onlara başka bir ad mı vereceksiniz? Alt ürünleriniz/modelleriniz olacak mı? Başka segmentler için de marka yaratacak mısınız? Gelecekte kuracağınız şirketlerin adları ne olabilir? Holdinginize ne ad verirdiniz? Tüm bu ve benzeri sorulara cevaplar üretmeden isim bulmaya kalkışmayın.


Üçüncü Aşama

İsim önerileri bulmadan önce yapmanız gerekenler.

· İsim bulmaya çalışmadan önce direkt ve endirekt rakiplerinizin listesini çıkarın. Bu rakiplerin alt, üst ve yan markalarının listesini de çıkarmayı unutmayın.

· İşinizi tanımlayan kelimeler, kavramlar, söylemler, sloganlar bulun. İşinizle alakalı terimler, kelimeler, kavramlar, cümleler bulun.

· Bunları bir tahtaya yazın veya post-it’lere yazarak duvara yapıştırın.


Dördüncü Aşama

Şimdi isim önerilerininiz liste halinde sıralayın. Hiçbir önerinizi elemeden yazın. Öneriler üzerinde tekrar düşünün ve yeni öneriler bulun. İsim önerileri için şu kaynaklardan yararlanın; İnternete bağlı bilgisayar, Ansiklopedi, Dil Sözlükleri (Türkçe, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince), Mitoloji Sözlüğü, Deyimler sözlüğü, Atasözleri sözlüğü, Kavram sözlükleri… Başkalarından isim önerileri isteyin. (Onlara brief vermeyi unutmayın. Önerileri elemeden yazın)



Önemli Not: İsim önerileri listesi oluşturma işini beyin fırtınası, beyin haritalama, yarışma, anket gibi yöntemlerle de yapılabilirsiniz.

Beşinci Aşama

Yüzlerce öneri içeren listeyi harf sırasına göre sıralayın. Rakiplerinizi çok andıranları eleyin. Uluslar arası uygunluğu olmayanları eleyin. Kalan isim alternatiflerinden fonetik, semantik ve tipografik açılardan uygun olmayanları eleyin. (Marka adının ses özellikleri, anlam özellikleri ve yazıya dönüştüğündeki görünüm özellikleri önemlidir.) Fonetik eleme için isim önerilerini yüksek sesle okuyun. Kulağa hoş gelmeyenleri, telaffuzu zor olanları eleyin. 4 heceden fazla olanları eleyin. Semantik eleme için sözlük ve Google kullanın. Anlamı olumsuz ve argo olanları ve işin özünden uzak isimleri eleyin. Tipografik eleme için logo yapımına uygun olup olmadığına bakın. Yan yana 3 ve daha fazla sessiz harf veya sesli harf içerenleri eleyin. Şimdi short-list’iniz hazır. (En az 20 isim önerisi içermelidir)

Önemli Not: Beğenmediklerinizi veya çok farklı bulduklarınızı elemeyin. Bekleyin.


Altıncı Aşama

Kısa listedeki isimlerin tescil durumlarını araştırın. (Bu araştırma için www.turkpatent.gov.tr sitesini kullanabilirsiniz) Tescilli olanları eleyin. Kalanların alan adlarını araştırın. (.com, .com.tr, .net veya .biz adreslerinden en az biri boş olanlar kalsın, diğerlerini eleyin.) Elinizde en az 5 isim kalmış olmalı.

Önemli Not: 5 isimden daha az kaldıysa, dördüncü aşamaya geri dönün ve yeni isim önerileri bulun.

Yedinci Aşama

Bu 5 isim için etrafınızın (yaklaşık 20 kişinin) görüşünü alın ve isim önerilerinizi 3’e indirin. Bu kişiler arasında üst düzey yöneticileriniz de olsun. Anket veya beyin fırtınası yöntemini kullanabilirsiniz.

Önemli Not: Görüşünü aldığınız kişilere elenen isimlerin listesini de (eleme nedenlerinin de yazılı olduğu) vermenizde fayda var.


Sekizinci Aşama

3 alternatiften birini seçmek için hedef kitlenizin görüşünü alın. Bunun için araştırma şirketi kullanın. Veya siz karar verin.



Önemli Not: Bir marka adı, pazar ve müşteri araştırmaları sonucunda netleştirilmelidir.



(Siz de bu aşamaların hakkını verirseniz iyi bir isim bulabileceğinizden emin olabilirsiniz.)



Günümüzde bir numaralı sorun, ticari varlığınız için kullanabileceğiniz bir adın var olup olmadığıdır. Yeryüzündeki şirket sayısı 200 milyon, tescilli marka sayısı 40 milyonun üzerindedir. Sizin aklınıza gelen bir isimin başka bir girişimci tarafından kullanılıyor olması ihtimali çok yüksektir. Standart bir sözlüğün sözcük sayısı yaklaşık 100 bindir. Türkçe, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Latince sözlüklerini üst üste koysanız size 1 milyon kelime ancak sunar. Ki bu sözlüklere sizden önce bakıp bu 1 milyon kelimeyi kullanan epey bir girişimci olduğunu çok rahatlıkla söyleyebilirim.



Genelde girişimciler bir markaya isim verirken kendi soyadlarını kullanmayı severler. Şirket ve marka isimlerine aile isimlerinin verilmesi sadece Türkiye’de değil, bütün dünyadaki aile yönetimi ağırlığı olan şirketlerde görülmektedir. Örnek: Disney, Toyota, HP (Hewlett-Packard), Benetton, Koç, Sabancı, Eczacıbaşı, Doğan



Bana sorarsanız, asla hiçbir ürününüze ve/veya hizmetinize aile adınızı vermeyin. Bu markalama stratejisi sayesinde, söz konusu şirketlerden birini sattığınızda veya kapadığınızda elinizde kalan şirketleri/markaları olumsuz etkileme ihtimalini ortadan kaldırmış olursunuz. Üstelik aile adını verdiğiniz markayı gelecekte iyi fiyata satamayacağınızı unutmayın.



İlk şirkete aile adını vermeniz durumunda dahi, sonradan kurduğunuz şirketlerin adını farklı koymanız daha doğrudur. Tüm şirketleri bir arada toplayan ana şirket (holding) oluşturmaya karar verdiğinizde aile adınızı kullanabilirsiniz. Bu durumda aile adına sahip şirketlerin adlarını değiştirmeniz daha uygun olacaktır.



Birden fazla iş kolunda şirkete sahip olmayı amaçlayan bilinçli iş adamları genellikle soyadlarını kurdukları şirketlere ve ürünlere vermezler. Böylece aynı markaya sahip bir sürü şirket ve ürün ortaya çıkmamış olur. Soyadlarını ileride kuracakları “Holding” benzeri ana şirkete saklarlar.



Farklı alanlardaki şirketler için birbirinden farklı isimler bulmak Marka Mimarisi açısından uzun vadede daha doğru bir markalama stratejisidir.


İsim vermek için sözlükleri kullanamıyorsak, soyadımızı kullanamıyorsak, markalar için sözcük bulamaz hale gelmemiz uzak değildir, diye düşünüyor olabilirsiniz. Merak etmeyin. Yaratıcı düşünce isim bulma zorluğunun da üstesinden kolayca gelebilmektedir.


KAYNAK: Murat ŞAYLAN
Şimdi Ara Haber OL
530 274 94 93
Blog'da Yer Almak İçin:İletişim