30 Aralık 2010 Perşembe

Marka için sadece reklam yetmez

Samsung marka kablosuz telefonlar hakkında şikâyetler artınca, 50 milyon dolar değerindeki bütün telefonlar fabrika avlusuna döküldü. Sonra, başlarına “Önce Kalite” yazılı bandanalar giyen işçiler, telefonları parçaladılar ve yaktılar. Şok edici bir andı, ama unutulmaz ve vurucu bir mesajı içeriyordu.

Biliyorsunuz yurdum marka uzmanları cenneti. Size sürekli olarak marka olmanın erdemlerinden söz eden, marka olmazsanız para kazanamayacağınızı söyleyen uzmanlar ülkesi. Marka olmayı da sadece ve sadece bir reklam-pazarlama etkinliğinden ibaret görürler. Bu konuda en yüksek ses reklam şirketleri ve gazetelerden çıkar, çünkü sizin marka olmanız demek onların para kazanması demektir (dikkat edin sizin değil). Meselenin varmış olduğu nokta bir “al gülüm ver gülüm” noktasıdır, o nedenle de kimse arının kovanına çomak sokmak istemez ve mümkün olan daha fazla marka sevdalısını daha fazla nasıl üterim sorusu onları asıl ilgilendiren soru haline gelir. Bunun yolu da bellidir: Reklam vereceksin abicim. Reklam olmadan olmaz. Özellikle krizde daha çok reklam vereceksin (ki batışın hızlansın).

SADECE REKLAMLA BU İŞ OLMAZ
Bir markayı sadece reklamla canlandıramazsınız. Bunun yanında eski imajını tamamen öldürmeden radikal yenilikleri kovalamakla başarı elde edilir. İşte Samsung’un CEO’su Yun da bunu yaptı...

Peki, markam gücünü yitirmeye başlarsa ne yapacağım? Ne yapacaksın, elbette reklam vereceksin. Öyle ya, sen reklam vermezsen bu kardeşlerim nasıl para kazanacak? “Ama reklam veriyoruz veriyoruz da bir türlü istediğimiz sonucu alamıyoruz?” “O zaman daha fazla reklam vereceksin.” Bunlar güzel yurdumun akıl veren kişi ve kurumlarının neredeyse her gün önümüze temcit pilavı gibi sürdüğü şeyler. Bunların sözümona özel uzmanları falan da var, arada bunları bilirkişi olarak konuşturuyorlar ki işin tezgah kısmı anlaşılmasın. Ama ortada çok ciddi bir gerçek var. Markaların gücü günümüzde büyük bir tehdit altında. Hiçbir ticari marka bundan örneğin 20 yıl önce olduğu kadar rahat değil. Tüm markalar son 10-15 yıldır inanılmaz büyük bir hızla değer kaybediyorlar. Dün markası güçlü olduğu için satış yapabilen bir firma bugün aynı markayla sinek avlayabiliyor. Eğer markalı bir iş yapıyorsanız sorun birebir sizin için de aynı. “Markanızın gücünü nasıl koruyacaksınız ve eğer markanız gücünü, yani piyasa değerini yitirmeye başladıysa bunu bertaraf etmek için ne yapacaksınız?” İşte size birkaç haftadır “stratejik risk” diye anlattığım, bugünün en ciddi piyasa risklerinden bir diğeri de bu: Marka riski. Yani markanızın değerini hızla yitirmeye başlaması riski. Bu durumla karşı karşıya kaldığınızda ne yapacağınızı bilmek sizin için hayati öneme sahip. Bugün bu riski nasıl yönetebileceğinizi anlatacağım. Ama şunu daha en baştan bilin ki daha fazla reklam vererek kesinlikle değil.

Damdan düşenin halini, damdan düşen anlar
Bu konuyu da dilerseniz geçen hafta olduğu gibi çarpıcı bir hikâye ile anlatayım. Koreli Samsung markası, marka riski ve sağduyulu yönetimin bu riskin nasıl azaltılabileceğinin ve marka yatırım yöntemini değiştirerek riski tersine çevirmenin klasik bir örneğini oluşturur. Yıl 1997. Koreli elekt-ronik devi Samsung tüketicilerin zihninde ucuz televizyonlar, ucuz mikrodalga fırınlar ve ucuz video kaset oynatıcılarla ilişkilendirilen bir marka. Samsung “ucuz” anlamına geliyor. O yıllarda şirketin CEO’su olarak atanmış olan kişi Jong-Yong Yun. Yun, 1997’de Asya finansal krizinin Samsung üzerindeki etkilerini incelerken riskin çok büyük olduğunu görüyor. Samsung emtialaşma ve güçlü perakendeciler sebebiyle hızla çöküşe doğru gidiyordu. Ürünleri tamamen emtialaşmış ve diğer onlarca şirketçe yapılanlarla benzer. Dahası, marka zaten ucuz ürünleriyle tanınıyor. Yüksek fiyatlar beklemenin bir mantığı yok.
Bu ortamda Yun şöyle düşünmeye başlıyor: “Eğer ucuz ürünler satmaya devam edersek şirket imajımız çok daha zarar görecek; önümüzdeki 5 ila 10 yıl içinde geleceğimiz kesinlikle marka değerimize bağlı olacak.” Yun yenilik (innovasyon) ve pazara hızlı ulaşımın tüketici elektroniği sektöründe marka değeri yaratan en önemli olgular olduğunu görüyor ki biliyorsunuz bu pazarda yeni ürünlerin değeri sadece aylarla ölçülür. Bu özelliklerin Samsung’un markasının mutlaka bir parçası olması gerekiyordu. Müşterileri sadece akıllı reklam kampanyalarıyla ikna etmek pek mümkün görünmüyordu. Samsung’un iş modelinin de değişmesi lazımdı.

İŞİN BAŞI YENİLİK
Yun’un liderliğinde şirket Ar-Ge’ye müthiş para dökmeye başladı. Samsung, rakipleri Panasonic ve Sony’den daha hızlı biçimde yeni cep telefonları, televizyonlar, müzik çalarlar üretmeye başladı. Bunun doğrudan sonucu olarak Samsung teknolojide takipçi değil lider olmayı başardı. Örneğin devlete bağlı bir araştırma enstitüsü yardımıyla normal cep sistemlerinden 8 kat hızlı ve de daha ucuz olan kablosuz teknoloji WiBro’yu üretti. 2006 sonunda Kore WiBro’yu standart olarak kabul eden ilk ülke konumundaydı.
Samsung, mühendisler ve tasarımcılar arasındaki güç dengesini tasarımcılar lehine değiştirmek için de ilk adımları o yıllarda attı. Pasadena’daki (Kaliforniya) Art Center College of Design’da (Tasarım Üniversitesi) Samsung tasarımcıları, pazarlamacıları ve mühendisleri en son dizayn teknolojileri konusunda eğitim almaya başladılar. Şirket, her önemli pazarda dizayn merkezleri açarak yerel müşteri eğilimlerini yakından takip etmeyi denedi. Örneğin Samsung Seul, San Francisco, Londra, Tokyo, Los Angeles ve Çin’de cep telefonu tasarımı yapacak stüdyolar açtı.
Şirket aynı zamanda çalışanlarına ve dışarıdaki yatırımcılarına ürün kalitesine bağlılığını anlatacak adımlar atmaya devam etti. Mesela Samsung marka kablosuz telefonlar hakkında şikâyetler artınca, 50 milyon dolar değerindeki bütün telefonlar fabrika avlusuna döküldü. Sonra, başlarına “Önce Kalite” yazılı bandanalar giyen işçiler, telefonları parçaladılar ve yaktılar. Bir tanığa göre “İş daha bitmeden çalışanlar ağlamaya başlamışlardı.” Şok edici bir andı, ama unutulmaz ve vurucu bir mesajı içeriyordu.


İş modelini de yenilemek şart
Samsung’un CEO’su Yun’un kaliteye bağlılığı, Ar-Ge’ye ısrarlı yatırımları ve ileri bakan tasarım programları Samsung markasının ayakta kalma şansını hızla arttırmaya başladı. Bu değişimleri gerçekleştirmek yeterince zorken, Yun bir de iş modeline el atmaya karar verdi. Bu konuda bayağı can yakan kararlar alındı. Samsung’daki yön değişikliği önceden öngörülemeyen maliyetler yaratmıştı. Örneğin Yun, yüksek kaliteli ürünlere yöneleceğini açıkladıktan sonra şirket eski ve “ucuz” televizyonları artık üretmeyeceğini açıkladı. Eski televizyonları, yeni ve pahalı dijital modeller çıkmadan Avrupa pazarından çekti! “Te-levizyonlar Samsung’un yüzüdür” diyordu Yun. Aylarca gelebilecek kolay gelirleri göz ardı eden bu yaklaşım, içeride ve dışarıda güçlü sinyaller verdi. Yun, yeni bir imaj yaratmada bu hamlenin önemli olduğuna inanıyordu ve uzun vadede çok daha fazla kâr getireceğini biliyordu.
İş modelini değiştirme konusunda belki de en çetin karar 2000’de verildi. Yun, yaratmakta olduğu markanın Wal-Mart mağazalarında satılmasının yanlış olduğunu düşünüyordu. Ve Samsung, ürünlerini dünyanın en güçlü perakendecisi olan Wal-Mart’tan çekti. Buna karşılık ağırlığı Best Buy gibi mağazalara verdi. Samsung, iş modelini riskten korumak için de birçok hamle yaptı. Fabrika esnekliğine, yani aynı yerde birçok farklı ürünün üretilmesine odaklandı. Teknolojide geri kalmanın önüne geçilebilmek için en ciddi rakibi olan Sony ile geniş kapsamlı bir teknoloji paylaşma anlaşması yapıldı. Öte yandan ürün geliştirme çabalarının yerini bulup bulmadığını anlamak için durmaksızın piyasa testleri gerçekleştirildi.


Marka riski altın üçgen ile yönetilir
Bu sayfada tekrar tekrar vurguluyorum: Bugünün dünyasında marka yönetimi, altın üçgen olarak tanımladığımız üç ayaklı sistematik bir yönetimi gerekli kılıyor. Üç ayaklı ve ayaklardan üçü de bir arada. Öyle sadece reklamı arttırmakla ne marka yönetilebilir ne de marka riski.
Samsung’un marka riskini başarıyla yönetmesi öyküsü de esasen altın üçgenin üç unsurunu birden ele alıp bunlar hakkında çok akıllı stratejiler geliştirmesinin öyküsü. İşte, şirkette hedefe yönelik ve saldırgan marka mesajı çabaları -Altın Üçgen’in üçüncü ve son unsuru- marka ve iş modeli hamlelerine yön verdi. Samsung markalaşma ve pazarlama bütçesini yılda 3 milyar dolara çıkardı. New Line Cinema ile iki yıllık ürün yerleştirme anlaşması imzaladı ve Olimpiyat Oyunları’nın ortağı oldu. Samsung ürünleri Matrix serisi filmlerinde göründü ve Vogue, Style.com gibi elit moda mecralarında yer aldı. Yalnız dikkat edin, bu marka mesajı çabaları ürün ve iş modelindeki değişimler olmasa yeteri kadar etkili olamayacaktı. Bugün yeni marka imajı, yeni ürünler ve farklı iş modeliyle Samsung, Sony’nin tüketici elektroniği pazarındaki liderliğini zorluyor. Bu çabalar sayesinde 2000’den 2004’e Samsung’un satışları iki katına, 27 milyar dolardan 55 milyara çıktı. Bugün Samsung dünyanın ABD dışındaki en değerli teknoloji şirketi.
Marka değeri de aynı çıkışı yaşadı ve Samsung en büyük rakibine fark attı. Bugün Sony markasının değeri 11.4 milyar dolarken, Samsung’un marka değeri 19.5 milyar dolar. (Kaynak: Interbrand 2010) Dünün ‘ucuz’ diye bilinen markası Samsung, bugün dünyanın en değerli 20 markasından biri. Dahası Samsung artık bir zamanlar Sony tarafından sahip olunan yüksek fiyata da sahip durumda. Bu nasıl başarıldı? Marka masalı anlatarak değil. Alın teriyle, bilimsellikle ve meseleye reklam değil “altın üçgen” felsefesiyle yaklaşmak suretiyle.


Olmayacak yeni marka imajlarından kaçının!
Samsung, bu süreçte yapılacak şu en hayati hatayı da yapmamak suretiyle marka riskini çok başarılı bir şekilde yönetti: Markanı, mevcut algısından çok ama çok farklı bir şekilde yeniden konumlamak. Şirket, 1990’lı yıllarda piyasada kendi markası hakkında var olan mevcut algıları baz alıp, bu algıların üstüne yepyeni ve çok daha güçlü bir marka imajı inşa etti. Bunu yaparken de tamamen ve tamamen altın üçgeni temel olarak kabul etti.
Yun’un marka makyajına başladığı 1997’de Samsung dünyanın en büyük elektronik şirketlerinden biriydi ve üzerine ekleme yapılacak olumlu özellikler taşıyordu. Evet, Samsung ‘ucuz’ demekti. Ama aynı zamanda ‘erişilebilir’, ‘güvenilir’, ‘kanıtlanmış teknoloji’ de demekti. Bir müşteri basit ama sağlam bir Samsung televizyon, VCR veya pilav pişiricisi aldığında bu olumlu özellikler güçleniyordu. Samsung’un bilinir imajını tamamen terk etmesi komik ve hayli riskli olurdu- örneğin, kendisini pahalı, aşırı sofistike, kişiselleştirilmiş bir marka haline getirmeye çalışması gibi. Bunun yerine Yun ve ekibi bilinen olumlu özelliklerin üzerine yenilerini ekledi. Bunlar mevcuda ters düşen değil, yeni özelliklerdi. Samsung ürünleri hâlâ erişilebilir ve güvenilir. Ama artık aynı zamanda zekice tasarlanmış, çok amaçlı, tarz sahibi ve son teknolojiyle üretiliyor- eskisi gibi ucuz haliyle değil.
Prof.Dr.Arman Kırım - Türkiye Gazetesi

28 Aralık 2010 Salı

Türkiyenin en eski 10 markası

Ülkemizin en eski 10 markasını resimde bulabilirsiniz.. 1923'de ülkemizin yenıden doğuşunda kurulan 3 şirket var. O heyecanla silkinmişiz resmen :))

27 Aralık 2010 Pazartesi

Marka patent Başvuruları Arttı..

WIPO tarafından yayınlanan "2006 Patent Raporu"nda, 1995 ve 2004 yılları arasında ulusal ve uluslararası düzeyde kayıtlara alınan patent başvuru sayısının 884 Bin'den 1.6 Milyon'a yükseldiği belirtildi.
WIPO Genel Müdür Yardımcısı Francis Gurry yaptığı açıklamada, sözkonusu verilerin, global ekonomideki büyüme ve uluslararası ekonomik dengelerin değişimininin bir ifadesi olduğunu kaydetti.

Raporda, patent başvurularının yüzde 75'inin her yıl olduğu gibi ABD, Japonya ve Avrupa patent ofislerinde yoğunlaştığı ancak son yıllarda bu bölgelere Güney Kore ve Çin'in de eklendiği bildirildi.

Gurry gazetecilere yaptığı açıklamada, "Güney Kore'de ikamet edenlerin aldığı patent sayısı son 10 yılda yüzde 268 arttı. Bu rakam Çin'de ise yüzde 488 oldu. Dünya ortalaması ise yüzde 42" dedi.

Gurry ayrıca, ABD ve Avrupa'nın yanı sıra, özellikle Brezilya, Çin, Hindistan, Güney Kore ve Meksika gibi yükselen piyasalarda ikamet etmeyen yabancılar tarafından yapılan başvurusu sayısının ise yıllık yüzde 7.4 artış gösterdiğini söyledi.

Bazı ülkelerde, yabancılar tarafından alınan patent sayısının, o ülke vatandaşlarının aldığı patent sayısından daha hızlı arttığı ifade eden Gurry, bunun globalleşmenin bir ölçüsü olduğunu vurguladı.

Öte yandan raporda, yurtdışında patent haklarının en çok Japon, ABD ve Alman firmaları veya vatandaşları tarafından korunduğu ifade edildi.

Antep Baklavası Hikayesi


Uzun Çarşı 14 Numara. Bugün artık bir efsaneye dönüşen, Gaziantep’in en eski lezzet mekanı İmam Çağdaş’ ın 116 yıllık öyküsünün adresi. Bu adreste aynı zamanda ‘iyi baklavanın sırrı’ da yöresel bir hikayeyle anlatılıyor.
İmam Çağdaş’ın tarihi 1887 yılına uzanır. Halep’ten gelen Hacı Hüseyin Efendi (Çağdaş) kentin 34. esnafı olarak Maarif’ te bir dükkan açar. Daha sonra Gaziantep Kalesi’nin yerleşim alanı olarak ihtiyaca cevap vermemesi üzerine çevrede birçok han yapılır ve kentin ilk çarşısı olan Uzun Çarşı kentin merkezi olur. Hacı Hüseyin Efendi de 1898 yılında Uzun Çarşı’ ya taşınır.

Hacı Hüseyin Efendi’den sonra işi devralan ve müesseseye ismini veren İmam Usta, vefat ettiği 1964 yılına kadar lezzet merkezi olma geleneğini sürdürür. İmam Usta’ dan sonra da oğlu Talat Çağdaş bayrağı devralır. Bugün 116 yıllık aile şirketini, babası İmam Usta’ nın titizliği ile Talat Çağdaş ve oğlu Burhan Çağdaş birlikte yaşatıyor.
İşe yeni başlamış gibi taze bir heyecan ve lezzet üretmenin mutluluğu ile öğleye kadar önlüklerini giyip baklavaya şerbet veriyor, sonra da müşterileriyle yakından ilgileniyor, sohbet ediyorlar.
İyi Baklavanın Sesi
İmam Usta'nın torunu ve aile şirketinin bugünkü yöneticisi Burhan Çağdaş 'iyi baklavanın sesi'ni yöresel bir hikayeyle birlikte şöyle anlatıyor:
İki rakip baklavacı birbirlerine dünür olmaya karar verir. Oğlan evi toplanıp kızı istemeye gittiğinde, tabii baklava ikram edilir. Yenilip içilir ve oğlanın babası eve dönerken çocuklarına sorar: “Baklavanın bir kusuru vardı. Bilene bir altın vereceğim.”
Çocuklar hemen atılır.
· Baklavanın kıvamı gevşekti; 'Cık',
· Hamuru sertti; 'Cık',
· İyi pişmemişti; 'Cık',
· Kaymağı fazlaydı; 'Cık'...
Çocuklar sonunda pes eder. “Peki hatası neydi? Sen söyle” derler.
Baba da açıklar:”Baklavayı ağzınıza alıp ısırdığınız an 'hırş' sesi duyulur. Onların baklavasını ısırdığında ‘cılk’ diye ses çıkıyordu...”

Collezione Marka Hayatı


İlkokul birinci sınıfta, Express gazetesi satarken sevimli bir fotoğrafını bastılar gazeteye. Altına da, "İlerde ne olur belli olmaz, belki ülkeyi yönetir, belki de başımıza bela olur" yazdılar. İkisi de olmadı. Büyük bir hazır giyim şirketi yarattı. Başımıza bela değil, başarı örneği oldu.
Collezione son yılların parlayan, istikrarlı markası. Özellikle üniversite gençliğini hedef alan ve çok uygun fiyatlarıyla dikkat çeken marka, 75 mağazaya ulaştı. Önümüzdeki bir buçuk yıl içinde mağaza sayısını 150'ye çıkaracağını söyleyen, Collezione'nin sahibi Ekrem Akyiğit, çok renkli bir kişilik. Çok çalışıyor, markası sektörde hızla gelişiyor ve mütevaziliği elden bırakmıyor. İşte kendi cümleleri ile Akyiğit ve Collezione:
"13 yaşımda babamı kaybedince evin erkeği ben oldum, gazete sattım. Anneme dedim ki,"bana 10 TL ver, sana 12 TL getireyim öğleden sonra". O zaman annem de bize inandı, 10 TL verdi. Biz gidip hakikaten öğleden sonra 12 TL anneme verdik. 3 TL da bize kaldı. Bu benim ilk sermayemdi, sermayenin nasıl büyüdüğünü böyle gördük."
"Bizim hedefimiz yurtdışı pazarlar. Yani global pazara girmek istiyoruz. Diğer büyüklerimiz yurtdışı pazarlara gidiyor, onların oturmuş sistemleri var. Altyapıları çok kuvvetli, ekonomik durumları çok kuvvetli, onlar çok rahat gideceğim diyor ve gidiyor. Ben gittiğimde orada benim rakibim H&M olmalı yurtdışında. Ben büyüyünce E&A olacağım. Yani o H&M ise ben E&A olacağım. Bilinçli bir müşteri kitlemiz var, özellikle üniversite gençliği bizi tercih ediyor. Ben ve takımım bu pazarda insanların cüzdanından kaç para alabiliriz, bir aylık maaşından daha fazla nasıl harcama yaptırabiliriz diye düşünmüyoruz. Onları güzel hissettiren ürünleri en uygun fiyata sunuyoruz. "

Ünlü markaların taklitleri


Dünyaca ünlü bir marka olmanın size getirdiği zorluklardan biride markanızın taklit edilerek pazar payınızdan faydanılmak istenilmesidir.
KFC markası dünyaca ünlü kızarmıs tavuk markası.. Uyanığın biri harflerle oynayarak kısa yoldan bir marka olusturmus..

işte resmi:

Şehiri simleriyle marka yapmak

Şehir isimlerinin başharflerıyle oluşmuş bir marka daha, oldukca tanıdık bir marka .. buyrun..

Adana-Kayseri Bankasi. Sakip Sabanci'nin geçmisi Babasi Haci
Sabanci'nin memleketi Kayseri'ye uzaniyor. Aslen Kayserili olmakla
birlikte is dünyasindaki devlesmeleri Adana'da gerçeklesti. Sabanci
ailesi 1959 yilinda Adana ve Kayseri'nin bas harflerini birlestirerek Akbank'i kurdular.

Baş harfler birleşir marka olur..

İsimlerin baş harfiyle oluşan bir başka marka daha.. kvk markası da isimlerin baş harflerıyle oluşturulmuş bir marka..

1993 yilinda kurulan K. V. K. Mobil Telefon Sistemleri Ticaret
AS, Türkiye'nin en büyük cep telefonu distribütörü. Kuruculari olan
Mehmet Emin Karamehmet, Murat Vargi ve Osman Kavala'nin soyadlarinin bas harfi biraraya getirilerek olusturulmus bir isim.

Enka markası nasıl olusmuştur..?

Enka markasının olusma seklı ılgımı cekti, buyrun paylaşayım..

Eniste ve kayinbirader unvanlarinin ilk heceleri
birlestirilerek olusturuldu. Eniste Sarik Tara, kayinbirader de Sadi Gülçelik. Bu ikili 1957'de ENKA Kollektif Sirketi'ni kurarak müteahhitlik
faaliyetlerine basliyor.

Sony markası nereden geliyor

ismi uzun bir Çalismanin ardindan konulmustur. Ürün global
ölçekte tasarlandigi için bütün dünya dillerinde çok rahat söylenen bir
kelime aranmis ve Japonca'da günes anlamina gelen Sony kelimesinde karar kilinmistir.

Beymen marka hikayesi

Boyner Grubu'na ait olan bu markanin isminin geçmisi de
ilginç: Erkek giyimi üzerine bir üretim ve magazacilik yapma karari
verildiginde konu ile ilgili toplantiya katilanlarin hepsi erkek yani 'bey' imis.
Hem de marka o dönemde sadece erkekleri düsünerek konumlandiriliyor. Bir de global bir hüviyet kazandirmak için Ingilizce adam anlamina gelen
'men' kelimesi ile birlestirilerek Beymen markasi ortaya çikiyor.

16 Aralık 2010 Perşembe

Migros'tan İnovatif bir Açılım


Mobil market uygulaması ile heryerde alışveriş imkanı
Migros, tüketicinin evinden veya bulunduğu herhangi bir yerden barkod okutarak Migros’a sipariş vermesini sağlayan ‘mobil market’ uygulamasını faaliyete soktu.

Migros Grubu, jet kasa, iyi tarım uygulamaları, çevreci kiosk, taze gıda sevkiyatı gibi uygulamalarının ardından ‘kolay vezne’ ve ‘mobil market’ sistemlerini geliştirdi.

Kolay vezne uygulamasıyla müşteriler tüm fatura ödemelerini Migros mağazalarında gerçekleştirebilecek. Türkiye’nin ilk sanal market uygulamasını başlatan Migros Grubu, şimdi de bu altyapı ile tüketicinin evinden veya bulunduğu her yerden barkod okutarak Migros’a sipariş vermesini sağlayacak ‘mobil market’ uygulamasını hayata geçirdi.
Migros Genel Müdürü Özgür Tort, Türkiye’nin iPhone üzerindeki ilk mobil market uygulamasını Turkcell işbirliği ile geliştirdiklerini söyledi. Tort, uygulamayla tüketicilerin artık istedikleri ürünün kutusundaki barkodu kasalarda olduğu gibi iPhone markalı cep telefonlarının kamerasına okutabileceklerini ve alışveriş sepetlerini istedikleri şekilde, istedikleri yerden doldurabileceklerini belirten Tort, şu bilgileri verdi:
“Artık sipariş veren buzdolabı bir anlamda Migros’ta başlamış oldu. Düşünün ki evdesiniz, markete gidecek vaktiniz yok, ürünlerin eve getirilmesini istiyorsunuz. Mobil market, barkodunu, sokakta, evde, mağazada kısacası her yerde okuttuğunuz ürünleri kolayca sepete ekliyor ve çok hızlı olarak sipariş edebiliyor. Mobil market ile Migros mağazalarındaki tüm ürün kampanyaları aynı fiyat ve avantajlarla cebe taşınacak, Migros böylece müşteriler için cebe kasa açmış oluyor. Türkiye’de ilk defa mekandan bağımsız barkod okutma uygulamasıyla örneğin evdeki süt kutusunun ya da komşu ziyaretinde tadılan kahvenin barkodunu okutmak ve anında sipariş vermek mümkün.”
Tort, daha önce hayata geçirilen mağaza içinde ATM uygulamasının yanı sıra bir yeni hizmeti daha hayata geçirdiklerini, kolay vezne uygulamasıyla dileyen herkesin 153 kuruma ait fatura ödemelerini tüm Migros, Tansaş, Şok, 5M ve Macrocenter mağazalarındaki 7 bin kasadan gerçekleştirebileceğini söyledi.

Sepet ortalaması 27-28 lira
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Tort, bu yıla ilişkin hedeflerini gerçekleştirdiklerini, 2010’da 400’e yakın mağaza açmış olacaklarını belirterek, kuru gıda ürünlerinde önemli bir fiyat düşüşü, negatif enflasyon olduğunu ifade etti.
Migros sanal market müşteri sayısının 100 binlerle ifade edildiğini bildiren Tort, Migros’un sepet ortalamasının 27-28 lira, sanal markette ise bu rakamın üzerinde olduğunu kaydetti.Milliyet

starbucks marka tarihi

Starbucks’ın Tarihçesi:
Starbucks ilk olarak Seattle’ın ve Ülke’nin en eski çiftçi pazarı olan Pike Place Pazarında 1971’de açıldı. Ancak o zamanlarda şirket sadece yerel bir kavrulmuş kahve tesisiydi. 1982’de Howard Schulz şirkete katılana kadar bu iş şirketin temel faaliyeti olmaya devam etti.

Howard Schulz şirketin yeni pazarlama yöneticisi olarak göreve başlar başlamaz yerel kafeleri, üst kesime hitap eden restaurant ve otelleri her geçen gün daha fazla Starbucks kahvesi almaya ikna etmeye başladı. Markanın dönüm noktası ve kahve tarihçesi yazmaya başlaması 1 yıl sonra Schuls’ un İtalya seyahati sırasında oldu. Taze demlenmiş Esspresso ve Cappucino sunan eski İtalyan kafe bar geleneğinden ilham aldı. Starbucks’In kurucularını fikrine bir şans vermeleri konusunda ikna ederek 1985’de Seattle’da ilk kafe barı açtı ve bir İtalyan dokusu olması açısından “'Il Giornale' adını verdi.

Yeni tema iyi sonuç verdi, Il Giornale bir başarı oldu. Ama Schulz’un hedefleri daha da yüksekti. Yerel yatırımcılar buldu ve 1987’de Starbucks’ı satın aldı. Bu da büyümenin yolunu açtı; aynı sene Chicago ve hatta Kanada Vancouver’de yeni kafeler açtı. 17 Starbucks Kafesi kuruldu. 1992’de şirket halka açıldı ve hisseler artık NASDAQ’da (SBUX) işlem görmeye başladı. Bu tarihte Starbucks kafe sayısı yaklaşık 165’e ulaşmıştı.

7 Mart 2001’de Starbucks Eski Dünya’da ilk kafesini İsviçre Zürih’te açtı. Günümüzde şirketin 30’un üstünde ülkede 8.000’den fazla kafesi var. Kahve şirketi adını Herman Melville’in ‘Moby Dick’ romanındaki bir karakterden almaktadır.

11 Aralık 2010 Cumartesi

Markalar da Özür Diler..


Madem artık markalar konuşabiliyorlar (sosyal medyada konuşanları hatta çemkirenleri bile var), özür de dileyebilirler değil mi? Özür dilediklerinde de küçülmezler, tersine samimiyetlerini pekiştirebilirler bence. Çokça konuşan ve konuşulan bir marka, özür dilerse... Üstelik pek çok markanın bilerek e-maillerine eklemediği bir hareketi unuttuğunu farkettiği için özür dilerse...

Sevdiğim bir markadır Threadless. Ve gönderdiği bir e-posta içeriğine üyelikten çıkma linki koymayı unuttuğunu farketmiş. Hemen hiç zaman kaybetmeden bir e-posta daha gönderiyor ve özür dileyerek, hatasını telafi ediyor. Pek çok marka bunu hata olarak görmediği gibi, hak olarak iddia edebiliyor.


Özür dileyen markanın, samimiyeti ve bir sorun yaşadığında çözüme ulaştırma isteği konusunda, olumlu bir yargıya ulaşılabilir. Ve bu markaların bence en büyük avantajı bu tür küçük ve önemsiz görünen hatalar için özür dileyerek, ilerleyen dönemlerde virallerinin, reklamlarının daha fazla yayılmasına olanak sağlaması. Ne dersiniz?

Kaynak:

Hatırlanan Marka Reklamları

Hangi reklamlar hatırlanıyor?
Tüketiciler üzerinde yaptığı marka araştırmaları ile dikkat çeken uluslararası pazar araştırma şirketi Millward Brown bu defa ünlü isimlerin yer aldığı reklamları ve markaları mercek altına aldı. Millward Brown Türkiye son yıllarda reklamlarda ünlü isimlerin kullanılması ve bu durumun her geçen gün daha da popülerlik kazanmasından yola çıkarak ünlü isimlerin yer aldığı reklamların tüketici üzerindeki etkinliğini belirleyen bir araştırma gerçekleştirdi.

Türkiye genelinde 15-55 yaş aralığında türkiye temsili 2000 kişi ile yüzyüze gerçekleştirilen "Markalar ve Ünlüler" araştırması sonucunda marka tanınması ve reklam bilinirliği anlamında telekomünikasyon sektörü markalarının ilk sıralarda yer aldığı görüldü. Gerçekleştirilen görüşmelerde, katılımcıların seçilen 34 değişik marka ve reklamlarıyla ilgili düşünceleri alındığında en fazla tanınan ve reklamı bilinen ilk 5 markanın sırasıyla; Vodafone, Turkcell, Avea, Coca Cola ve Türk Telekom olduğu belirlendi.

EN ÇOK TÜRK TELEKOM, VADOFONE VE KAŞMİR'İN ÜNLÜLERİ BİLİNİYOR

Bilinirliliğinin yanı sıra katılımcıların hiçbir yardım almadan reklamlarındaki ünlüyü bildikleri markaların başında Türk Telekom yer aldı. Tüketicilere markanın reklamları ile ilgili fikirleri sorulduğunda ‘markayı ve reklamını biliyoruz, reklamlarında Cem Yılmaz oynuyor' diyenlerin sayısı yüzde 44 oldu. Yardımsız ünlü bilinirliğinde ikinci sırayı Şafak Sezer'in oynadığı Vodafone reklamı ve Sibel Can'ın yer aldığı Kaşmir Halı paylaştı. Her iki markanın da reklamlarında oynayan isimleri yardımsız olarak bilenlerin oranı ise yüzde 36 olarak belirlendi. Marka büyüklüğü ve yapılan yatırımlar göz önünde bulundurulduğunda Kaşmir Halı'nın yüzde 93'lük marka, %76'lık reklam ve %36'lık ünlü bilinirliği ile büyük bir başarı yakaladığı da görüldü. Akbank reklamları Özgü Namal ile, Deniz Bank reklamları ise Beyazıt Öztürk ile yardımsız olarak her 10 kişiden 3'ü tarafından eşleştirilebildi.

Araştırmanın genel nüfusu temsil eden bir grup ile yapıldığını belirten Millward Brown Genel Müdürü Betül Khan, her markanın bilinirliğini ve reklamlarını kendi hedef kitlesi üzerinden incelemek gerektiğine dikkat çekti. Bu araştırmanın, kişilerin markalar ve reklamlarda oynayan ünlülerle ilgili genel bilgi ve ilgi düzeyini ortaya sermek açısından anlamlı olduğunu belirten Khan, markaların reklamlarında oynayacak ünlüyü seçerken marka ve iletişimin içeriğine en uygun ünlünün araştırmalarla saptanmasının yatırımın geri dönüşünü artıracağını ifade etti.

*Markalar ve Ünlüler araştırması verilerinin toplanması 1- 27 Haziran 2010 tarihleri arasında gerçekleştirildi:

YAŞ: 15-18(%20); 19-30 (%30); 31-40 (%25); 41-55 (%25)
CİNSİYET: Kadın (%50); Erkek (%50),
SES: AB (%19), C1 (31%) , C2 (29%), D (21%),

Şehirli Türkiye nüfusunu temsilen; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Gaziantep, Antalya, Samsun ve Erzurum illerinde,

Connected CAPI yöntemi ile yapıldı. (Bilgisayar destekli yüzyüze anketlerin, internete bağlı laptoplar vasıtasıyla Millward Brown'ın serverlarına anında bilgi kaydederek veri toplanması yöntemidir. CAPI Connected metodolojisinde, anket internete bağlı dizüstü bilgisayarla yapılır.)

10 Aralık 2010 Cuma

Wikileaks için marka basvurusu

WikiLeaks'in dünya kamuoyundaki popülaritesi, Türk girişimcilerin dikkatinden de kaçmadı. WikiLeaks'in ticari marka olarak kullanılması için Türk Patent Enstitüsü'ne dört ayrı başvuru yapıldı.

Başvurular, WikiLeaks'in Türkiye'nin de aralarında bulunduğu ülkelerle ilgili iddialarını yayımlamaya başladığı 29 Kasım tarihinde başladı. Süleyman ve Fatih Kaya isimli girişimcilerin yaptığı ilk başvuruda markanın kullanılacağı alanlar, çorap, iç-dış giysileri, ayak ve baş giysileri, reklamcılık, büro ve ekspertiz hizmetleri olarak belirtildi.

2 Aralık'ta ise enstitüye WikiLeaks markası için iki ayrı başvuru daha yapıldı. Resul Duran ve Mehmet Şen isimli girişimciler, markanın kendi isimleri altında korumaya alınmasını istedi. Son başvuru tarihi ise 7 aralık'ta yapıldı. Başvuru sahibi de Ecevit Nama isimli girişimci.

Başvuruların tümü İstanbul merkezli şirketlerden yapıldı. 2 ve 7 Aralık'taki son başvurularda markanın kullanılacağı alanlar, parfümeri, kozmetik ve temizlik ürünleri, diş fırçası, kuyumculuk, kol düğmesi, radyo-televizyon yayıncılığı, kreş ve hayvan bakımevi olarak gösterildi.

9 Aralık 2010 Perşembe

Marka Oluştururken Büyükleri Örnek Alın


Martin Lindstrom
Martin Lindstrom ve markalaşmak
Kanadalı pazarlama gurusu Martin Lindstrom'a göre büyüme isteyen markalar artık rakipleriyle değil, iPhone ve Blackberry ile rekabet etmek zorunda.

Türk markalarının yöneticilerine pazarlamanın püf noktalarını anlatan Lindstrom, "Mağazalarınıza iPhone ve Blackberry ile giren müşterinin ilgisi dağılıyor. Yapmanız gereken bu dikkati toplayarak müşteriyi alışverişe yönlendirmek olmalı." tavsiyesinde bulundu.

Soysal Danışmalık tarafından düzenlenen 10. Perakende Günleri dün başladı. Forumun bu yılki açılış konuğu 'pazarlama dahisi' olarak kabul edilen 'Buy.ology' kitabının yazarı Martin Lindstrom'du. Yerli ve yabancı pek çok markanın yöneticisine hitap eden Lindstrom, büyümek isteyen firmalara işin püf noktalarını anlattı. Türk markalarının, daha iyilerden ziyade, kendinden daha alt firmaları dikkate aldığını belirten pazarlama gurusu, büyümek isteyen markalara 'en iyileri' örnek almaları tavsiyesinde bulundu. Lindstrom, "Artık kimse kimseyi beklemiyor. Beklemek de istemiyor. Sizin rakipleriniz artık perakendeciler değil, teknoloji devlerinin ürünleri iPhone ve Blackberry. Mağazalarınıza bu ürünlerle giren müşterinin ilgisi dağılıyor. Alışveriş yapmasını engelliyor. Yapmanız gereken bu dikkati toplayarak müşteriyi alışverişe yönlendirmek olmalıdır." dedi.

Türk şirketlerinin ürünlerden ziyade markalara yatırım yapması gerektiğinin altını çizen Martin Lindstrom, patronlara bazı tavsiyelerde de bulundu. Yeni nesil gençlerin sabrı olmadığını ifade eden Kanadalı pazarlama gurusu, işadamlarına, "Herkese her mesajı vermeye çalışmayın. Daha fazla duyu organlarına hitap edin." önerisini yaptı. Türkiye'de perakendecilere "Hep aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz." eleştirisinde bulunan Kanadalı pazarlama uzmanı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Müşteri mağazaya geldiği zaman farklı şeyleri görmek istiyor. Sizler bir ürünleri, bir de etiketleri değiştiriyorsunuz. Tüketiciler mağazalarınıza sadece ürün almak için gitmiyor. Oraya aynı zamanda eğlenmek için de geliyorlar. O zaman farklı temalar belirleyin. Ve alışverişi eğlenceli hale getirin. Yoksa alışverişler internet üzerinden yapılır." Nöro pazarlamanın artık alışverişte önemli bir yer tuttuğunu vurgulayan Martin Lindstrom'a göre halen alışverişlerin yüzde 85'i bilinçsiz yapılıyor. Perakende sektörünün yönünü duyguların yönlendirdiğine dikkat çeken pazarlama dâhisi, yeni dönemde markaların hislere hitap etmesi gerektiğini ifade etti.

kartların yerini cep telefonu alacak

Finansbank Ödeme Sistemleri Genel Müdür Yardımcısı Elçin Yanık ise, perakende sektörü ile kartlı ödeme sistemlerinin farklı iki alan gibi görüldüğünü ancak benzer birçok ortak noktaları olduğunu dile getirdi. Kartlı ödeme sistemlerinin perakende sektörünün beklentilerini karşılamaları konusunda yardımcı bir rol üstlendiğini kaydeden Yanık, yeni dönemde alışverişte teknolojinin ön plana çıkacağını anlattı. Önümüzdeki dönemde cep telefonlarının plastik kartların yerini alacağını öne süren Yanık, "Cep telefonlarını kart gibi kullanacağımız bir döneme gireceğiz. Online alışverişte ciddi bir artış bekliyoruz. e-ticaret 7 milyar TL'ye ulaştı. Bunun daha da artması için internet güvenliğinin üst seviyeye çıkarılması gerekir." açıklamasını yaptı.

Raflarımızda bayat değil, taze ekmek satıyoruz

Perakende Günleri'nde bir sunum yapan Damat, D'S ve Tween markalarının sahibi Orka Group'un Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Orakçıoğlu ise 2001 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından perakende sektörünün kendini yenilemeye başladığını ifade ederek, "Artık raflarımızda soğuk ve bayat ekmek satmıyoruz. Yeni dönemde raflarda sıcak ekmek, hatta cevizli ekmek satıyoruz. Sektör artık çok değişti. Türk markaları dünyada çok tanınır hale geldi. Bunda son dönemde hızlanan alışveriş merkezi yatırımlarının da çok büyük payı var." diye konuştu. Kriz döneminde Türkiye'ye giriş yapan yabancı markaları korku ve ilgiyle izlediklerini itiraf eden Orakçıoğlu, ancak daha sonra Türk markalarının daha güzelini yapmak için bir özgüven bulduğunu anlattı. Orakçıoğlu, önümüzdeki on yıl içerisinde dünyanın, Türk markalarının başarı öykülerini dinlemeye başlayacağını iddia ederek, "Çünkü diğer markaların enerjileri düşüyor. Heyecanları azalıyor." dedi.

Torunlar Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) ise 491 milyon TL yatırımla Türkiye'nin 'en büyük' karma kullanım projelerinden Mall of İstanbul'u hayata geçirecek. Proje, Perakende Günleri sırasında düzenlenen bir basın toplantısı ile tanıtıldı. Toplantıda konuşan Torunlar GYO Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Torun, İMKB'de işlem görmeye hazırlanan şirketlerinin yatırımlarına hız kesmeden devam ettiğini söyledi. Torun, 'Mall of İstanbul'un, alışveriş merkezi, konut, otel ve ofis bloklarından oluşan konsepti ile Türkiye'nin 'ilk' uluslararası standartlarda dağılım oranlarına sahip karma projesi olacağını kaydetti.
ZAMAN

Markalarımız artık taklit ediliyor


Türk endüstrisinde tasarım kültürünün yaygınlaştırılması ve yenilikçi fikirlerin teşvik edilmesi hedefiyle yola çıkan Design Turkey 2010 Endüstriyel Tasarım Ödülleri sahiplerini buldu.

47 iyi tasarım, 19 üstün tasarım ve 3 de kavramsal tasarım ödülü jüri tarafından başarılı görülen firmalara takdim edildi. Birbirinden ilginç ürünlerin yarıştığı organizasyonda vücuttan kopmuş uzuvlar için acil taşıyıcı, rulo sedye, sıvı sabun ambalajı ve bebekler için yapılmış tasarımlar öne çıktı. İhracatçılardan büyük ilgi gören ödül töreninde konuşan Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı (TİM) Mehmet Büyükekşi, uzun vadede rekabet gücünü artırmak adına marka ve tasarımın önemli olduğunu vurgularken, "Ülke olarak üretim ve ihracatta büyük aşama kat ettik. Artık taklit eden değil taklit edilen ürünlerimiz var ." dedi.

Design Turkey 2010 ile yeni filizlenen tasarımların görücüye çıktığını belirten Büyükekşi, "Kabuğumuzu kırdık. Ülke olarak, toplum olarak köklü bir değişimle karşı karşıyayız. İhracat ve üretim hedeflerimizi giderek büyütüyoruz. Bunun için de endüstriyel tasarımı ileriye taşımamız gerekiyor." ifadelerini kullandı. Dış Ticaret Müsteşarı Ahmet Yakıcı ise Türkiye'nin bölgesinde önemli bir güç haline geldiğini kaydederek, "Üretim ve sanayimiz gayet iyi. Ancak dış ticaret dengesi hâlâ aleyhimize. Bunu lehimize çevirmek için endüstriyel tasarıma odaklanacağız. Türkiye'nin büyümesi için tasarım şart." diye konuştu.
Kaynak:Zaman

1 Aralık 2010 Çarşamba

Bursa, Bursaspor Sayesinde Dünya markası..


Günümüzde markanın prestij, kalite göstergesi ve övünç kaynağı haline geldiğini belirten Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, “Şehrimizin övünç kaynağı olan Bursaspor da marka haline gelmiştir. Bu markalaşmayla hem kendini hem de Bursa'yı dünyaya tanıtacaktır” dedi.


Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, Bursaspor'un marka haline geldiğini belirterek, hem kendini hem de Bursa'yı dünyaya tanıtacağını söyledi.
MÜSİAD Bursa Şubesi tarafından gerçekleştirilen 'Türkiye'de ve Dünyada Markalaşma' programı Kemal Yamankaradeniz'in katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantıda konuşan Yamankaradeniz, Türkiye'de markalaşma sürecinin özellikle son 15 yıldır önem kazandığını belirterek, şunları söyledi: “Bizi farklı yerlere oturtacak olan markalaşmadır. Her firmanın müşterilerine vaat ettiği farklı bir özelliği ve kendisine ait mesajları olmalı. Günümüzde hayatımızın vazgeçilmezi haline gelen marka; prestij, kalite göstergesi ve ülkenin övünç kaynağıdır. Şehrimizin övünç kaynağı olan Bursaspor da marka haline gelmiştir. Bu markalaşmayla hem kendini hem de Bursa'yı dünyaya tanıtacaktır.”

MARKA, YARINI İNŞA ETMEKTİR
Markanın satıcının işini kolaylaştırdığını ifade eden Kemal Yamankaradeniz, üreticinin pazardan yüksek pay almasında ve yüksek fiyatlandırma yapabilmesinde de markanın etkili olduğunu kaydetti. Marka üzerindeki renklerin ve şekillerin insanlar üzerinde etki bırakacak nitelikte olması gerektiğini dile getiren Yamankaradeniz, şöyle devam etti: “Marka isminin tüketiciye anlatacağı bir hikâyesi olmalı. Marka tek bir alanda kullanılmalı ve hangi üründe markalaşmışsa sadece o üründe kullanmaya devam ederek diğer ürünler için yeni markalar oluşturulmalıdır. Tüketici ürünü alırken markasıyla istemesi önemlidir. Marka günü kurtarmak değil, yarını inşa etmektir.”

GÜN GEÇTİKÇE ZORLAŞIYOR
Güçlü markanın yüksek kar anlamına geldiğini belirten Yamankaradeniz, güçlü markaların her halükarda gücünü korumayı başardığını söyleyerek markalaşmada yapılan hataları anlattı. Düzenlenen eğitimde marka tescil sürecini de anlatan Yamanaradeniz, Türkiye'de yaklaşık 500 bin patentli markanın olduğunu ve gün geçtikçe marka bulmanın zorlaştığını kaydetti.

ÜYELERİMİZİ BİLGİLENDİRİYORUZ
MÜSİAD Bursa Şube Başkanı Hasan Çepni ise, düzenledikleri eğitim programlarıyla MÜSİAD üyelerinin değişen ve gelişen dünya ekonomisine ayak uydurabilmesini hedeflediklerini söyledi. Çepni, “Üyelerimizin gerek duydukları bilgilere ulaşmalarını kolaylaştırarak, merak ettikleri ve öğrenmek istediklerini düzenlenen bu eğitim programları aracılığıyla gerçekleştiriyoruz” dedi.
Şimdi Ara Haber OL
530 274 94 93
Blog'da Yer Almak İçin:İletişim